06-04-2014, Saat: 11:35
Hükümdarları Dine Davet (M. 628- H.7)
Peygamberimiz Aleyhisselâm, bütün insanlara ve cinlere doğru yolu göstermek üzere gönderilmişti. Arap kabilelerinin imân etmeye başlamalarından sonra, diğer insanları da hak dine çağırdı. Hicretin yedinci milâdın 628'nci yılı Muharrem ayında, hükümdarlara ve devlet temsilcilerine elçiler gönderdi. Kendilerini ve emirlerinde yaşayan toplulukları İslâm Dinine çağırdı. Yazdığı mektuplarda bir çok nasihatlar etti.
Peygamberimiz Aleyhisselâmm elçilerinden Hazreti Amr b. Ümeyye, Habeş Hükümdarı Ashame'ye; Hazreti Hâtıb b. Ebî Beltia, Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a; Hazreti Dıhye b. Halife, Bizans Kralı Herakl'e; Hazreti Süleyt b. Amr, Yemâme Meliki Hevze b. Ali'ye; Hazreti Şücâ b. Vehb, Gassan Meliki Haris b. Ebî Şemmer'e; Hazreti Abdullah b. Huzâfe ise, İran Şahı Husrev Perviz'e gönderildi.
Bunların içinde ilk dört hükümdar, elçileri iyi karşıladı.
Diğer ikisi ise, çok kızarak küstahlık gösterdi. Ancak çok geçmeden belâlara uğrayıp cezalarını çektiler. Habeş Hükümdarının imân ettiği, Bizans Kralı'nın ise bu niyette olduğu halde yanındakilerden çekindiği bildirilmektedir. Elçi geldiği zaman Şam'da bulunan Herakl, Mekke tüccarlarıyla beraber Ebû Süfyan'ı kabul etmiş, Peygamberimiz Aleyhisselâm hakkında bilgi almıştır. Duyduklarının hepsinin son peygamberin vasıfları olduğunu söylemiştir. Mısır hükümdarı nazik bir cevapla bir çok hediyeler ve iki cariye göndermiştir. Bunlardan birisi müminlerin validesi Hazreti Mâriye'dir. Peygamberimiz Aleyhisselâmın mektubunu yere atıp savaşa kalkışan Gassan Meliki'nin yurdu, kısa zaman sonra müslümanlarca fethedildi. Mektubu yırtıp Peygamberimiz Aleyhisselâmı öldürtmek için valisine emir veren İran Şahı ise, kendi oğlu tarafından öldürüldü.
Müminlerin Kabe Ziyareti (M. 628- H.7)
Hicretin yedinci yılı hac mevsiminde, Peygamberimiz Aleyhisselâm 2000 kişilik mümin topluluğuyla Kabe'yi ziyaret etti. Hudeybiye andlaşmasıyla bir sene sonraya kalan bu ziyaret sırasında müminler sadece yolcu silâhlarını kuşandılar, andlaşma hükümlerince üç günlük ziyaret esnasında Kureyşliler şehri boşalttılar. Müminlerin Peygamberimiz Aleyhisselâmın etrafında birlik içerisinde Kabe'de ibadet etmelerini uzaktan hayranlıkla seyrettiler. Medine'de zayıfladıkları suçlaması karşısında Peygamberimiz Aleyhisselâm ile sahabileri başları dimdik halde koşarak güçlerini gösterdiler. Kurbanlarını kestikten sonra Medine'ye döndüler.
Hicretin yedinci, milâdın 628'nci yılında yapılan Kâbe ziyareti, büyük tesirler uyandırdı. Müslümanların dinlerine bağlılıkları, temiz ahlâkı müşriklerin dikkatini çekti. Nitekim Uhud'da İslâm Ordusunu boğazdan basan ve savaşın şeklini değiştiren büyük kumandan Halid b. Velid ile, Amr b. As, Osman b. Talha gibi Kureyş'in ileri gelenleri imân etti. Kâfirlerin kendilerini kınamaları karşısında, İslâm Dininin üstünlüğüne tam inandıklarını, her türlü kötü inançtan kurtulduklarını bildirdiler. Onların Medine'ye gelerek aralarına katılması, müslümanları çok sevindirdi.
Mute Harbi (M. 629- H.8)
Hicretin sekizinci, milâdın 629'ncu yılı Eylül ayında Rumlarla ilk karşılaşma olan Mute savaşı yapıldı. Peygamberimiz Aleyhisse lamın İslama davet için gönderdiği elçisi Hazreti Haris b. Umeyr, Gassan Meliki Şurahbil tarafından alçakça şehîd edilmişti. Bunun üzerine 3000 kişilik bir ordu toplandı. Peygamberimiz Aleyhisselâm, azadlı kölesi Hazreti Zeyd b. Hârise'yi başkumandan seçti. Şehîdlik halinde sancağı Hazreti Cafer b. Ebî Talib, Hazreti Abdullah b. Revâha ve bir müminin sıra ile almalarını emretti.
İslâm Ordusu Önce Şurahbil'i imân etmeye çağıracak redederse savaşılacaktı. Fakat Bizans Devleti'nin himayesinde olan Gassan Meliki, bunu duymuş kraldan yardım istemişti. Böylece yardım için 100 bin kişilik çok büyük bir ordu toplandı. Müminler Suriye tarafında Kudüs'e yakın Mute kasabasında korkunç Rum ordusunu görünce şaşırdılar. Ancak Allah yolunda, geri dönmelerinin uygun olmadığına karar verdiler. Bu kadar büyük düşman karşısında bir avuç sayılabilecek İslâm mücahidleri amansız bir savaşa girdiler.
Hazreti Zeyd'in şehîd düşmesiyle, Hazreti Cafer başkumandan oldu. 90 yerinden aldığı yaralarla 33 yaşında o da şehîdlik rütbesine kavuştu. Ondan sonra sancağı alan Hazreti Abdullah da şehîd olunca, müminler paniğe kapıldılar. Hazreti Halid b. Velid'in konuşmaları ve çabaları karşısında, kendisini başkumandan seçtiler. Hazreti Halid, orduda yeni ayarlamalar yaptı. Müminlerin gayretleri karşısında sayısını bilemeyen düşmanı şaşırttı. Kahramanca çarpışmalar yaparak elinde dokuz kılıç kırdı. Müminlere taze kuvvet geldiğini sanan düşman bozguna uğradı. Bu fırsatı iyi kullanan Hazreti Halid, ordusunu toparlayıp Medine'ye getirdi. Böylece 12 şehîd verildikten sonra büyük bir felâketin önü alınmış oldu.
Peygamberimiz, savaşta kolları kesilerek şehîd olan Hazreti Cafer'e Cennette iki kanat takıldığını müjdeleyerek "Tayyar = Uçucu" lâkabını bildirdi. Hazreti Halid'e ise "Seyfullah = Allah'ın Kılıcı" lâkabını verdi. O'nun kahramanlığını; askerî dehâsını övdü.
Mekke'nin Fethi(M. 630- H.9)
Müminlerin Mute savaşından başarıyla ayrılması, Arap kabilelerini sevindirdi ve İslâm Dininin kuzeyde yayılmasına sebep oldu. Mekke'li müşrikler ise, Mute savaşının sonucunu müminleri küçültücü buluyorlar, düşmanlıklarından geri kalmıyorlardı. Bu arada kendi dostları olan Bekir Oğulları kabilesine gizlice yardım ettiler. Müslümanların dostu olan Huzâa kabilesine baskın yaparak 23 kişinin öldürülmesine yol açtılar.
Huzâa kabilesi reisleri, Medine'ye gelerek yardım istedi. Peygamberimiz Aleyhisselâm Kureyşlilere haber gönderdi. Ölülerin diyetlerinin ödenmesini veya Bekir Oğullarını himayeyi bırakmalarını, yahut andlaşmaya uymalarını istedi. Kureyşliler andlaşmayı bozduklarını söylediler. Ancak yaptıkları hatânın farkına vardılar. Ebû Süfyan'ı Medine'ye elçi göndererek andlaşmayı yenilemek istediler. Ebû Süfyan'ın Medine'de çalmadığı kapı kalmadı. Fakat kimseden yüz bulamadı. Kendi kızı, Peygamberimiz Aleyhisselâmın zevcesi Hazreti Ümmü Habibe bile babasını tersledi.
Ebû Süfyan'm eli boş dönmesiyle Kureyşliler endişeye kapıldı. Huzâa kabilesi Medine yolunu tuttuğu için müminlerin durumu hakkında bir haber de alamıyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselâm ise, 10 bin kişilik büyük bir ordu hazırladı. Ramazan ayı içerisinde Mekke'yi putlardan temizlemek üzere yola çıktı. Kan dökülmeden Mekke'ye girilmesi için hareket gizli tutuldu. Yolda Fahri Kâinat Efendimize imân ederek Medine'ye gitmekte olan son muhacir, amcası Hazreti Abbas ile karşılaştı. O da ailesini gönderip kendi orduya katıldı.
İslâm ordusu gece binlerce ateş yaktı. Kureyşliler gördükleri bu büyük manzara karşısında dehşete kapıldı. Ebû Süfyan olup bitenlerden bir haber alabilmek için bir tepeye çıktı. Burada İslâm süvari karakoluna esir düştü. Hazreti Abbas kendisini Peygamberimiz Aleyhisselâmın huzuruna getirdi. Ebû Süfyan orada İslâm dinine girdi. Burada Mescid-i Haram'a sığınanlara, savaşmadan kendi evine kapananlara ve Ebû Süfyan'm hanesine girenlere dokunulmaması emri ile şereflendi.
Hicretin sekizinci yılı 20 Ramazan, milâdî 11 Ocak 630'da öğle vakti İslâm Ordusu tekbirlerle dört koldan Mekke'ye girdi. Silâh kullanılmadıkça kan dökülmemesi emrolunmuştu. müminler sadece birkaç direnişe karşılık verdi. Kabe'de bulunan 360 put kırılıp atıldı. Beytullah tertemiz edildi.
Kureyşliler, hayretler içersinde sabah taptıkları putların; öğleye kadar hepsinin yerle bir oluşunu seyrediyorlar, Hazreti Bilâl'in Kâbe üzerinde öğle ezanını okuyuşunu ve binlerce ağızdan tekbirlerle Allahü Teâlâ'ya yapılan şükür ve hamd nidalarını dinliyorlardı. Böylece yıllarca taptıkları putların faydasızlığını anlamakla lanetler okuyorlar, islâm ile şereflenmeye koşuyorlardı.
Müminler Kabe'de topluca namazlarını kıldılar. Peygamberimiz Aleyhisselâmın birlik ve eşitlik hakkındaki hutbesini dinlediler. Efendimiz (A.S), İslama çok zararı dokunan birkaç kişi dışında, bütün Mekke'lilere afv ilân ediyordu. O'nun bu cömertliği karşısında Mekke halkı şimdiye kadar yaptıklarından ar duydular. Akın Akın müslüman olarak erkekli, kadınlı Fahri Kâinat Efendimize biat ettiler.
Huneyn Gazası (M. 630- H.8)
Mekke'nin fethiyle Kureyş meselesi çözülmüş, onların tesirinde kalan Arap kabileleri de islâmı kabul etmeye gelmişlerdi. Ancak Arapların en büyük kabilesi olan Hevazin kabilesi, İslâmın üstünlüğünü istemiyorlardı. Müslümanların zafer rahatlığı içinde olduğu bir sırada 20 bin asker topladılar. Müslümanları hazırlıksız yakalamak istediler. Bunu duyan Peygamberimiz Aleyhisselâm Mekke'de bir vekil bırakarak 12 bin kişilik ordusu ile Hevazin üzerine yürüdü. Orduya bazı yeni müminler de katıldı.
Hevazin ordusu, bir boğazda ani baskın yaptıkları İslâm ordusunu sıkıştırdı. Bu beklenmedik saldırı müminleri şaşırttı. Mekke'nin fethi gibi büyük bir zaferin verdiği rahatlık da onları aldattı, işi gevşek tutmalarına sebep oldu. Hazreti Halid b. Velid'in kumandasındaki birliğin bozulması da, morallerini iyice bozdu. Bu şaşkınlıkla gelen bozgun karşısında İslâm Ordusu dağılmaya başladı. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâm sahabilerine seslenerek etrafında toplanmalarını istedi. Düşmanın üzerine hücum edip askerin moralini düzeltti. Savaşta da en üstün kendisinin olduğunu gösterdi. Bozulan İslâm askerleri yeni bir hamleyle düşmanı hezimete uğrattı. Hevazin Ordusu bütün varlığını savaş meydanında bırakarak kaçtı. Müslümanların kovalaması ile iyice perişan oldular.
Hevazin kabilesi, savaşta kaçmayı önlemek için kadın, çocuk, mal, servet neleri varsa yanlarında getirmişti. İslâmın zaferi karşısında bunlar da fayda etmedi. Müminlerin 4 şehîdine karşılık 70 ölü, 6 bin esir, 24 bin deve, 40 bin koyun ve 4 bin okka gümüş ganimet bırakarak kaçtılar. Esirler arasında Peygamberimiz Aleyhisselâmın süt kız kardeşi Şeymâ da vardı. Efendimiz (A.S) kendisine hürmet ve ikramda bulundu. Bir çok mal vererek memleketine gitmek üzere serbest bıraktı.
Bu durumdan ümitlenen Hevazin kabilesi ileri gelenleri de ricada bulundular. Böylece 6 bin esir serbest bırakıldı. Eşine rastlanmayan bir fazilet örneği gösterildi. Peygamberimiz Aleyhisselâmın, cömertliği dillere destan olan Hâtemi Tâî'nin kızını da hediyeler vererek serbest bırakması, üstün ahlâkından bir örnek, iyiliklere gösterilen karşılığa bir delildir.
Mekke'nin fethinden 16 gün sonra, milâdî 27 Ocak 630 tarihinde yapılan bu gazâ, Hevazin kabilesi ile Huneyn Vadisinde yapılmış, bu iki isimle anılmıştır. Peygamberimiz Aleyhisselâm savaştan sonra Mekke'ye döndü. Vekil bıraktığı 20 yaşındaki Hazreti Attab'ı, idaresinin iyi olmasından dolayı Mekke Valisi yaptı. Kabe'yi tavaftan sonra Mekke'den ayrıldı.
Taif Kuşatması, Evtas Savaşı (M. 630- H.8)
Huneyn'den kaçan Hevazin askerlerinden bir kısmı Taif kalesine, bir kısmı da Evtas'a kaçmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselâm Evtas'a bir birlik gönderdi. Kendisi de Taife hareket etti. müminler Evtas'tan zafer ve ganimetlerle döndü. Taif kalesi sağlam, halkı ise savaşa kararlıydı. 15 günlük kuşatma sırasında mancınık ve Debbâde" denilen ağaç tanklar gibi ağır âletler kullanıldı. Fakat müminler bir sonuç alamadı. Kaledekiler ise yiyeceklerini depo etmişler, sonuna kadar direnmeye niyetliydiler.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, kalenin alınması için çok kan döküleceğini anladı. Atılan oklarla 12 mümin de şehîd olmuştu. Sahabileriyle ne yapacaklarını konuştu. Her tarafı müslümanlar ve dostlarıyla sarılı Taif'lilerden bir zarar gelmeyeceği fikri kabul edildi. Müslümanlar kuşatmayı bırakıp çekildiler. Taif'liler ise, bir sene sonra kendiliklerinden gelip müslüman oldular. Taife sığınan Hevazin kabilesi reisi Malik ise, İslâm olmayı kabul ettiği için çoluk çocuğu serbest bırakıldı.
Kabileler Topluca İman Ediyorlar
Mekke'nin fethinden sonra Arap kabilelerinden henüz imân etmemiş olanlar da İslama geldi. Yeni müminlere dinleri öğretmek için âlimler gönderildi. Bahreyn, Gassan ve Yemen Hükümdarları gönderilen elçilerle müslüman oldu. Müslüman olan hükümdarlardan Maan Emiri Ferve ise, bağlı olduğu Bizanslılar tarafından öldürüldü. Yeni İslâm ülkelerine, şehirlerine valiler tâyin edildi. Eski dinlerinde kalmaya devam eden Hıristiyan, yahudi ve mecusî toplulukları vergiye bağlandı. Özetle İslâm Dini Arapistan yarımadasında hükmünü uygulamaya ve kök salmaya başladı.
Tebük Gazası (M. 630-H.8)
İslâm Dininin her tarafa yayılmaya başlaması Bizans Devletinin huzurunu kaçırdı. İranlılara üstünlük sağladıktan sonra, müslümanların da ilerlemesini durdurmak istediler. Bu sebeple 40 bin kişilik bir ordu hazırladılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm, bu haberi alınca asker toplanması için emir verdi. Hicretin 9'uncu milâdın 630'uncu yılının, sıcak aylarında 30 bin kişilik bir ordu hazırlandı.
O sırada kıtlık hüküm sürdüğü için, müminler orduyu donatmak için yarışa girdiler. Münafıklar ise, sıcak ve iş zamanını, yolun uzunluğunu, düşmanın büyüklüğünü ileri sürüp bozgunculuk yapmaya çalıştılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm İslâm ordusuyla Medine ile Şam arasında Tebük denilen yere kadar geldi. Ancak karşılarına düşmanın çıkmadığını gördü. Çünkü İslâm ordusunun büyüklüğü, her tarafa dehşet "salmıştı. Bizans Devleti ise iç çekişmelerle uğraşıyordu. Bu sebeple müminlerle savaşmaktan kaçınmışlardı.
İslâm Ordusu Tebük'te 20 gün kaldıktan sonra döndü. Peygamberimiz Aleyhisselâm Şam'a girme teklifini kabul etmedi. Çünkü orada vebâ salgını vardı ve bu tehlikenin üzerine gitmekten sakındı. Düşman sindirildiği için, kuzeyden gelecek büyük tehlike de atlatılmış, istenen sonuç elde edilmişti. Bu arada civardaki bazı hükümetler ve kabileler ile ahid yapıldı, vergiye bağlanarak dostluk kuruldu.
Münafıkların Fesadı ve Mescid-i Dırar
Peygamberimiz Aleyhisselâm, Ramazan ayında Tebük'ten Medine'ye döndü. Büyük bir sevinçle karşılandı. İslâm Ordusunun Bizans Devletine karşı koyması, her tarafta geniş yankılar uyandırdı.
Münafıklar ise, Hıristiyan ve yahudilerle işbirliği yaparak İslâmı baltalamak çabalarını sürdürüyordu. Müminleri, türlü bahanelerle Tebük seferinden alıkoymak istemişler, bozgunculuk yapmışlardı. Kendileri dışındaki İslâm düşmanlarının yardımı ve teşviki ile bir mescid yapmışlardı. Kuba Mescidi yakınında yapılan ve buradaki cemaati bölmek istedikleri mescid, sadece adıyla ibadet yerini andırıyordu. Aslında ise, müminlere karşı dış düşmanlarla yapılacak bir savaş için hazırlanmış, içi silâh deposu haline getirilmişti. Münafıklar Tebük Savaşına giderken, Peygamberimiz Aleyhisselâmı mescidlerinde namaz kılmaya davet etmişler, söz de almışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselâm Tebük'ten dönünce, buraya uğramak istedi. Ancak ilâhî vahiy ile işin hakikati bildirildi.
Çünkü Peygamberimize suikast yapmayı bile düşünüyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz mescidin yıkılması için emir verdi. Yerle bir edilerek, gizli emelleri ortaya çıkarılan bu yere, "Mescid-i Dırar = Zarar Mescidi" adı verildi. İki ay sonra münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selül ölünce, adamları da dağıldı. Böylece İslâm, dışarda Bizans, içerde ise münafıklar gibi iki tehlikeyi atlatmış oldu.
Veda Haccı ve Hutbesi (M. 632- H.1O)
Hicretin dokuzuncu yılında Hazreti Ebû Bekir, Hac Emîri seçilmiş ve 300 müminle Hac ibadetini yerine getirmişti. Hazreti Ali ile beraber kâfirlerin artık Kabe'yi ziyaret edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine müslüman olmayan kabileler de imân ile şereflendiler. İslâm Dini Arap yarımadasında girmedik yer bırakmadı.
Bir sene sonra, hicretin 11. milâdın 632'nci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselâm 40 bin kişilik bir topluluk ile haccetmek üzere Mekke'ye gitti. O'nun gelişini duyan müminler Zilkade ayında Mekke'de toplandı. Böylece Peygamberimiz Aleyhisselâm hac sırasında 124 bin kişilik bir İslâm topluluğuna hutbe okudu. İslâm Dininin tamamlandığına işaret ederek, insanlığı maddî ve manevî huzura, kurtuluşa kavuşturacak şeriat hükümlerini, sonsuz nimetleri bildirdi, nasihatlar etti.
Büyük peygamber, Efendimiz Aleyhisselâm devesinin üzerinde idi. Devesinin yularından Amr b. Harice tutuyordu. Devenin ağzından çıkan köpükler, Amr b. Haricenin başına dökülüyordu. Efendimizin sözlerini tekrar edecek olan da gür sesiyle meşhur, Rebia b. Ümeyye b. Halefti. Ve Resülüllah Efendimiz sözlerine şöyle başladı:
Cenabı Hakka Hamdü sena ederiz. Ona döneriz. Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü amellerimizden Allaha sığınırız. Allanın hidayet ettiğini kimse yoldan çıkaramaz. Allanın şaşırttığnı da kimse doğru yola getiremez. Şehadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur. Birdir, eşi ve ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve peygamberidir. Ey Allanın kulları! Allahtan korkmanızı ve O'na itaat etmenizi vasiyet ederim.
Ey insanlar! Sözlerimi dikkatle dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada, ebedi olarak bir daha birleşemiyeceğim.
Sonra da Peygamberimiz Aleyhisselâm Rebia b. Ümeyye'ye size:
"Ey insanlar! bu hangi beldedir, diye soruyor de. Buyurdu. Rebia b. Ümeyye de bunu bağırarak onlara duyurdu.
Onlar da haram ve dokunulmaz olan beldedir, diyorlardı.
Peygamberimiz, "Söyle onlara Allah sizlere kanlarınızı ve mallarınızı rabbinize kavuşuncaya kadar bu beldeniz gibi haram ve dokunulmaz kılmıştır. Sizler muhakkak rabbinize kavuşacaksınız. Amellerinizden işlediklerinizden sorguya çekileceksiniz" buyurdu.
-Tebliği ettim mi? diye sordu. Sonra elini semaya kaldırdı. Ey Allahım bunlara tebliğde bulunduğuma şahit ol dedi.
"Kimin yanında emanet varsa, onu hemen sahibine teslim etsin. İyi biliniz ki üç şey müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz.
1- Allaha ihlaslı olarak amel etmek.
2- Emir sahiplerine nasihatte bulunmak.
3- Müslümanların cemaatına İtikat ve salih amelde tabi olmak(ki onlar dua ederlerse dualarının kabul ve arkalarındakilerine de şamildir.). İyi biliniz ki cahiliyet devrine ait her şey ayaklarımın altına konulmuş, hükümsüz sayılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da bize ait, kan davalarından İbni Rebia'nın kan davasıdır. Cahiliyet devrinde olan, bütün faizler de kaldırılmış, hükümsüz sayılmıştır. Kaldırdığım ilk faiz, Amcam Abbas'ın faiz alacağıdır, onun da tümü kaldırılmıştır. Fakat ana paralarınız size aittir, sizin hakkınızdır. Ne. bundan fazlasını isteyip borçlulara zulmediniz, ne de hakkınızdan aşağı alıp, mazlum duruma düşünüz. Allah faiz yoktur diye hükmetmiştir.
Şimdi ey insanlar! Şeytan Muhakkak ki şu toprağınızda kendisine tapınmaktan temelli olarak ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışındaki ufak tefek işlerinizde, Şeytana itaat edecek olursanız, bu onu hoşlandıracaktır. Dininiz üzerinde ondan sakınınız.
....................
Ey İnsanlar! Kadınlar hakkında Allahtan korkunuz. Çünkü siz onları ancak Allanın emaneti olarak aldınız. Ve kendileri ile evlenmeyi de Allanın kelimesi (Dini Nikâhla) helal edindiniz.
Ey insanlar şüphe yok ki sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır, onların da sizlerin üzerinde hakkı vardır. Sizin onların üzerinde hakkınız döşeğinize sizden başka hiç kimseyi ayak bastırmamaları, fuhuş irtikab etmemeleri, istemediğiniz kimseyi izniniz olmadıkça evlerinize sokmamalarıdır. Eğer onlar bunun aksini yaparlarsa, Allah size onları yatakta yalnız bırakmanıza izin vermiştir. Kendilerini fazla incitmeyecek şekilde dövebilirsiniz de .. Eğer uysallık ederler size boyun eğerlerse onların üzerinizdeki hakkı maruf veçhile yani memleket adet ve geleneğine göre kendilerinin bütün yiyecek ve giyeceklerini sağlamaktır. Kadınlar hakkında hayırlı olmanızı tavsiye ederim.
Çünkü onlar yanınızda zayıftırlar. Emanettirler. Kendileri için bir şeye malik değildirler.
Ey insanlar! size tebliğ etmiş olduğum sözlerimi aklnızda iyice tutunuz. Ben size öyle bir şey bıraktım ki Ona sımsıkı sarılırsanız hiçbir zaman sapmazsım. O Allanın kitabıdır. Allanın Peygamberinin sünnetidir. Ehli beytimdir.
Ey insanlar sözümü iyi dinleyiniz ve aklınızda iyice tutunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ve böylece bütün müslümanlar kardeştirler. Kişiye kardeşinin malı, kendisi onu gönlünden kopararak vermedikçe helal olmaz. Kendinize zulüm ve yazık etmeyiniz.
-Allah Aşkına tebliğ ettim mi? diye sordu. Müslümanlar da Allah için evet dediler.
Peygamberimiz,
-Ey Allahım şahit ol, diyerek Allahı şahit tuttu.
Sakın benden sonra kâfircesine cahiliyet hallerine dönmeyiniz. Ve birbirinizin boynunu vurmayınız.
Ey insanlar rabbınız bir, babanız birdir. Hepiniz Ademin soyundansınız. Adem de topraktandır. Allah katında sizin en şerefliniz en muttekı olanınız, Allanın emirlerini en çok yerine getiren, yasaklarından da sakınanınızdır. Arabın Araptan olmayana üstünlüğü ancak takva iledir, buyurdu.
Ve
-Tebliğ ettim mi ?diye sordu.
-Evet, dediler. Sizden burada bulunanlar bunları bulunmayanlara da tebliğ edip ulaştırsın.
-Ey insanlar! Size azası kesik bir köle bile emir tayin edilecek olsa sizi Allanın kitabı ile idare ettiği zaman onu dinleyiniz ve itaat ediniz, buyurdu.
Sonra müslümanlara sordu:
-Benim hakkımda ne diyeceksiniz bakayım? . Müslümanlar:
-Allah tarafından getirdiklerini bize tebliğ ettin, peygamberlik vazifeni yerine getirdin, bize nasihat ettin diye şehadette bulunacağız dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Şehadet parmağını havaya kaldırıp halka işaret ederek"
-"Allahım şahit ol, Allahım şahit ol, Allahım şahit ol!"
Vesselamü Aleyküm ve rahmetüllahi ve berakâtühü buyurarak hutbesini sona erdirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm bundan sonra haccetmediği için, bu haccı ve hutbesi "Vedâ Hacı" ve "Vedâ Hutbesi" olarak anıldı. Bu hac emri sırasında 63 deve kurbanı kendisi kesti. Kalanlarını Hazreti Ali keserek 100'e tamamladı. Peygamberimiz Aleyhisselâm, her sene için bir kurban keserek ömrünün 63 senede sona ereceğine, İslâm Nurunun tamamlanmasıyla, dünyadan ayrılacağına işaret etti. Kabe'de 10 gün kaldıktan sonra Medine'ye döndü.
Son Peygamber Ordusu
Peygamberimiz Aleyhisselâm hicretin 11'inci yılı Safer ayında, Şam yolunu açmak için bir ordu hazırlattı. Mute savaşında şehîd düşen kumandan Hazreti Zeyd b. Harise'nin oğlu Hazreti Usame b. Zeyd'i 20 yaşında ordunun başına geçirdi. Bir çok ileri gelen sahabiler de bu genç kumandanın emrindeydi. Peygamberimiz Aleyhisselâm ordusunu uğurladıktan sonra saadetli hanesine döndü.
Hastalanıyor
Peygamberimiz Aleyhisselâm 23 senelik vazifesinin sona erdiğini ve yakında dünyadan ayrılacağını anlamıştı. Uhud şehîdlerini ziyaret ederek sekiz yıl sonra cenaze namazlarını kıldı. Meşhur Baki' mezarlığına giderek orada yatan müminleri de ziyaret etti. Yakında kendisinin de o âleme göçeceğini bildirdi. Nitekim Rebiulevvel ayına bir gün kala hastalandı. Sahabilerine bir hutbe okuyarak Arapistan'ın putperestlerden temizlenmesini, gelen elçilere iyi davranılmasını emretti, son nasihatlarını yaptı. Yanında bulunan zevcelerinin hissesini ayırdı, kalanını sadaka olarak dağıttı. Peygamberimizin hastalığını duyan islâm Ordusu geri döndü.
Ve Dünyadan Ayrılıyor(M. 632 - H. 12 Rebiul Evvel 11)
Peygamberimiz Aleyhisselâmın hastalığı sıtma idi. Soğuk su ile rahatlamaya çalışıyordu. Son üç günde hastalığı iyice ağırlaştı. Hazreti Ebû Bekir'i imamlık yapmak üzere vekil seçti. Nihayet 13 gün süren hastalıktan sonra hicretin 11 nci yılı Rebiulevvel ayının 12 nci Pazartesi gecesi milâdî 632 yılında 63 yaşında mübarek ruhları uçup en yüce makama gitti.
Sahabiler bu acı hakikat karşısında şaşırıp kaldılar. Diller tutuldu, kalbler dondu, feryadlar göklere yükseldi. Hazreti Ömer gibi sahabiler bile inanmak istemedi. Bu fırsattan faydalanmak isteyen bazı kimseler dinden çıkarak yalancı peygamberlik hevesine kapıldı. Ancak Hazreti Ebû Bekir'in soğukkanlı davranışı ve hâkim olucu sözleri karşısında herkes kendine gelebildi.
Çünkü o büyük dost Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği Kur'an, ve Şeriatının rehberlik vazifesine devam ettiğini bildiriyor, bu büyük hakikati hatırlatıyordu.
Kendilerini toparlayan müminler önce Hazreti Ebû Bekir'i Halife seçip emrine girdiler. Sonra da Fahri Kâinat Efendimize karşı son vazifelerini yaptılar. Erkekler, kadınlar ve çocuklar sırayla namazını kıldılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm, dünyaya gözlerini yumduğu, Hazreti Aişe'nin saadetli hanesine defnedildi. Şimdi Ravza-ı Mutahhara denilen makamı meydana geldi.
Peygamberimizin Yüksek Ahlâkı
Peygamberimiz Aleyhisselâm, bütün yaratılmışların en şereflisi ve şânı en yüce olanıdır. İnsanlara güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildiğini söylemiştir. Her güzel işte, örnek O'dur, ölçü O'dur. Merhamet ve şefkati, cömertlik ve keremi, akıl ve zekâsı, güzellik ve yaratılışı, iyilik ve ihsanı, doğruluk ve adaleti, sabır ve kanaati, temizlik ve iffeti, yiğitlik ve kuvveti, hâsılı her üstünlük ve fazileti başkaları ile ölçülmesi mümkün olmayacak derecede yüksektir.
Küçükleri sevip okşamak, hastaları arayıp sormak, hareketlerinde ölçülü olmak, herkese tatlı söz ve güler yüz göstermek, fakirlere ve düşkünlere yardımcı olmak, işi her zaman ehline vermek, aşırılığa ve gösterişe yüz vermemek, herkesin hakkını gözetmek gibi akla gelen her olgun ahlâk, O'nun sünnetidir.
Koca Arap yarımadası emri altında iken bir kuru ekmek parçasıyla karnını doyuracak, hattâ açlığını gidermek için karnına taş bağlayacak derecede sabır, kendisini öldürmek için saldıran ve yaralayarak en ağır eziyeti yapanların, sadece doğru yola gelmelerini isteyecek kadar merhamet sahibiydi. Huzurunda titreyen bir ziyaretçiye: "Korkma arkadaş! Ben, Kureyş'ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum!" buyuran bir geniş gönül taşıyordu. Kısacası, her güzel ahlâk, O'nda ayrı bir güzellik kazanmıştı.
Zevceleri
Peygamberimiz Aleyhisselâmın çok evlenmenin yasaklanmasından önce, bir çok hikmetler ye çeşitli sebeplerle nikâhına aldığı validelerimizin sayısı 12'dir. İlk zevcesi Hazreti Hatice ile Hazreti Zeyneb binti Huzeyme, kendi sağlığında vefat etmişler, diğerleri ise sonraya kalmışlardır. Zevcelerinden Hazreti Ebû Bekir'in kızı Hazreti âişe ve Hazreti Ömer'in kızı Hazreti Hafsa'yı bu en yakın iki dostuyla bağlılığını artırmak için nikahlamıştır. Bu maksatla, kendi kızlarını da üçüncü ve dördüncü derecedeki yakın dostu Hazreti Osman ve Hazreti Ali'ye vermiştir.
Ebû Süfyan'ın kızı Hazreti Ümmü Habibe, kocasının Habeşistan'da Hıristiyanlığa dönmesiyle himayesiz kalmıştı. Babası imân etmediği için onun yanına da gelemiyor, asaletli olduğu için herkesle evlenemiyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâm dininde sebat eden bu mümineyi Habeş Hükümdarını vekil tâyin ederek nikahladı. Medine'ye getirterek himayesi altına aldı.
Hazreti Zeyneb binti Huzeyme, Hazreti Ümmü Seleme ve Hazreti Şevde de Hazreti Hafsa gibi kocaları Allah yolunda savaşırken şehîd düşmüşlerdi. Kimsesiz kalan ve korunmaya muhtaç olan bu kadınları Peygamberimiz Aleyhisselâm nikâhına aldı. Hazreti Zeyneb binti Cahş ise akrabası olup kocası ile geçinemediğinden ayrılmıştı. Efendimiz (A.S) akrabasının ricaları üzerine, onu nikâhına aldı.
Hazreti Cüveyriyye, Hazreti Mâriye, Hazreti Safiyye ve Hazreti Meymune validelerimiz ise, siyasî sebeplerden dolayı Peygamberimizin nikâhına girmişlerdir. 53 yaşına kadar dul bir kadın olan Hazreti Hatice ile yaşayan Peygamberimiz Aleyhisselâm bir çok hikmet ve sebeplerle, ömrünün son 10 yılında çok kadınla evlenmiştir. Bu validelerimiz de o hazretten öğrendikleri ile İslama büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Evlâdı (Çocukları)
Peygamberimiz Aleyhisselâmın üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi evlâdı dünyaya gelmiştir. İlk oğlu Hazreti Kaasım olduğu için, Efendimiz (A.S) "Ebu'l-Kaasım = Kaasımın Babası" lakabıyla anılmıştır. Diğer oğulları da Hazreti Abdullah ve Hazreti İbrahim'dir. Kızları Hazreti Zeyneb, Hazreti Rukayye, Hazreti Ümmü Külsûm ve Hazreti Fâtıma'dır. Yalnız Hazreti ibrahim, Hazreti Mâriye'den doğmuş, diğerlerinin hepsi Hazreti Hatice'den olmuştur.
Oğulları bebek halinde, kızları ise evlilik hayatı sürerken Peygamberimiz Aleyhisselâm'dan önce vefat etmişlerdir. Yalnız Hazreti Fâtıma, babasından altı ay sonra 24 yaşında dünyadan ayrılmıştır. Hazreti Rukayye ile Hazreti Ümmü Külsûm, sırasıyla Hazreti Osman b. Affan ile evlenmişlerdir. Bu sebeple Hazreti Osman'a "Zinnûreyn = İki Nur Sahibi" lâkabı verilmiştir. Hazreti Zeyneb, Hazreti Ebû As b. Rebî ile, Hazreti Fâtıma da Hazreti Ali ile evlenmişlerdir.
Peygamberimiz Aleyhisselâmın soyu, kızı Hazreti Fâtıma'nın oğulları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin neslinden devam etmiştir. Diğer kızlarından olan torunları yaşamamıştır. Hazreti Fâtıma'nın, Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin'den başka Muhsin, Ümmükülsûm ve Zeyneb adında bir oğlu ve iki kızı daha vardır.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, bütün insanlara ve cinlere doğru yolu göstermek üzere gönderilmişti. Arap kabilelerinin imân etmeye başlamalarından sonra, diğer insanları da hak dine çağırdı. Hicretin yedinci milâdın 628'nci yılı Muharrem ayında, hükümdarlara ve devlet temsilcilerine elçiler gönderdi. Kendilerini ve emirlerinde yaşayan toplulukları İslâm Dinine çağırdı. Yazdığı mektuplarda bir çok nasihatlar etti.
Peygamberimiz Aleyhisselâmm elçilerinden Hazreti Amr b. Ümeyye, Habeş Hükümdarı Ashame'ye; Hazreti Hâtıb b. Ebî Beltia, Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a; Hazreti Dıhye b. Halife, Bizans Kralı Herakl'e; Hazreti Süleyt b. Amr, Yemâme Meliki Hevze b. Ali'ye; Hazreti Şücâ b. Vehb, Gassan Meliki Haris b. Ebî Şemmer'e; Hazreti Abdullah b. Huzâfe ise, İran Şahı Husrev Perviz'e gönderildi.
Bunların içinde ilk dört hükümdar, elçileri iyi karşıladı.
Diğer ikisi ise, çok kızarak küstahlık gösterdi. Ancak çok geçmeden belâlara uğrayıp cezalarını çektiler. Habeş Hükümdarının imân ettiği, Bizans Kralı'nın ise bu niyette olduğu halde yanındakilerden çekindiği bildirilmektedir. Elçi geldiği zaman Şam'da bulunan Herakl, Mekke tüccarlarıyla beraber Ebû Süfyan'ı kabul etmiş, Peygamberimiz Aleyhisselâm hakkında bilgi almıştır. Duyduklarının hepsinin son peygamberin vasıfları olduğunu söylemiştir. Mısır hükümdarı nazik bir cevapla bir çok hediyeler ve iki cariye göndermiştir. Bunlardan birisi müminlerin validesi Hazreti Mâriye'dir. Peygamberimiz Aleyhisselâmın mektubunu yere atıp savaşa kalkışan Gassan Meliki'nin yurdu, kısa zaman sonra müslümanlarca fethedildi. Mektubu yırtıp Peygamberimiz Aleyhisselâmı öldürtmek için valisine emir veren İran Şahı ise, kendi oğlu tarafından öldürüldü.
Müminlerin Kabe Ziyareti (M. 628- H.7)
Hicretin yedinci yılı hac mevsiminde, Peygamberimiz Aleyhisselâm 2000 kişilik mümin topluluğuyla Kabe'yi ziyaret etti. Hudeybiye andlaşmasıyla bir sene sonraya kalan bu ziyaret sırasında müminler sadece yolcu silâhlarını kuşandılar, andlaşma hükümlerince üç günlük ziyaret esnasında Kureyşliler şehri boşalttılar. Müminlerin Peygamberimiz Aleyhisselâmın etrafında birlik içerisinde Kabe'de ibadet etmelerini uzaktan hayranlıkla seyrettiler. Medine'de zayıfladıkları suçlaması karşısında Peygamberimiz Aleyhisselâm ile sahabileri başları dimdik halde koşarak güçlerini gösterdiler. Kurbanlarını kestikten sonra Medine'ye döndüler.
Hicretin yedinci, milâdın 628'nci yılında yapılan Kâbe ziyareti, büyük tesirler uyandırdı. Müslümanların dinlerine bağlılıkları, temiz ahlâkı müşriklerin dikkatini çekti. Nitekim Uhud'da İslâm Ordusunu boğazdan basan ve savaşın şeklini değiştiren büyük kumandan Halid b. Velid ile, Amr b. As, Osman b. Talha gibi Kureyş'in ileri gelenleri imân etti. Kâfirlerin kendilerini kınamaları karşısında, İslâm Dininin üstünlüğüne tam inandıklarını, her türlü kötü inançtan kurtulduklarını bildirdiler. Onların Medine'ye gelerek aralarına katılması, müslümanları çok sevindirdi.
Mute Harbi (M. 629- H.8)
Hicretin sekizinci, milâdın 629'ncu yılı Eylül ayında Rumlarla ilk karşılaşma olan Mute savaşı yapıldı. Peygamberimiz Aleyhisse lamın İslama davet için gönderdiği elçisi Hazreti Haris b. Umeyr, Gassan Meliki Şurahbil tarafından alçakça şehîd edilmişti. Bunun üzerine 3000 kişilik bir ordu toplandı. Peygamberimiz Aleyhisselâm, azadlı kölesi Hazreti Zeyd b. Hârise'yi başkumandan seçti. Şehîdlik halinde sancağı Hazreti Cafer b. Ebî Talib, Hazreti Abdullah b. Revâha ve bir müminin sıra ile almalarını emretti.
İslâm Ordusu Önce Şurahbil'i imân etmeye çağıracak redederse savaşılacaktı. Fakat Bizans Devleti'nin himayesinde olan Gassan Meliki, bunu duymuş kraldan yardım istemişti. Böylece yardım için 100 bin kişilik çok büyük bir ordu toplandı. Müminler Suriye tarafında Kudüs'e yakın Mute kasabasında korkunç Rum ordusunu görünce şaşırdılar. Ancak Allah yolunda, geri dönmelerinin uygun olmadığına karar verdiler. Bu kadar büyük düşman karşısında bir avuç sayılabilecek İslâm mücahidleri amansız bir savaşa girdiler.
Hazreti Zeyd'in şehîd düşmesiyle, Hazreti Cafer başkumandan oldu. 90 yerinden aldığı yaralarla 33 yaşında o da şehîdlik rütbesine kavuştu. Ondan sonra sancağı alan Hazreti Abdullah da şehîd olunca, müminler paniğe kapıldılar. Hazreti Halid b. Velid'in konuşmaları ve çabaları karşısında, kendisini başkumandan seçtiler. Hazreti Halid, orduda yeni ayarlamalar yaptı. Müminlerin gayretleri karşısında sayısını bilemeyen düşmanı şaşırttı. Kahramanca çarpışmalar yaparak elinde dokuz kılıç kırdı. Müminlere taze kuvvet geldiğini sanan düşman bozguna uğradı. Bu fırsatı iyi kullanan Hazreti Halid, ordusunu toparlayıp Medine'ye getirdi. Böylece 12 şehîd verildikten sonra büyük bir felâketin önü alınmış oldu.
Peygamberimiz, savaşta kolları kesilerek şehîd olan Hazreti Cafer'e Cennette iki kanat takıldığını müjdeleyerek "Tayyar = Uçucu" lâkabını bildirdi. Hazreti Halid'e ise "Seyfullah = Allah'ın Kılıcı" lâkabını verdi. O'nun kahramanlığını; askerî dehâsını övdü.
Mekke'nin Fethi(M. 630- H.9)
Müminlerin Mute savaşından başarıyla ayrılması, Arap kabilelerini sevindirdi ve İslâm Dininin kuzeyde yayılmasına sebep oldu. Mekke'li müşrikler ise, Mute savaşının sonucunu müminleri küçültücü buluyorlar, düşmanlıklarından geri kalmıyorlardı. Bu arada kendi dostları olan Bekir Oğulları kabilesine gizlice yardım ettiler. Müslümanların dostu olan Huzâa kabilesine baskın yaparak 23 kişinin öldürülmesine yol açtılar.
Huzâa kabilesi reisleri, Medine'ye gelerek yardım istedi. Peygamberimiz Aleyhisselâm Kureyşlilere haber gönderdi. Ölülerin diyetlerinin ödenmesini veya Bekir Oğullarını himayeyi bırakmalarını, yahut andlaşmaya uymalarını istedi. Kureyşliler andlaşmayı bozduklarını söylediler. Ancak yaptıkları hatânın farkına vardılar. Ebû Süfyan'ı Medine'ye elçi göndererek andlaşmayı yenilemek istediler. Ebû Süfyan'ın Medine'de çalmadığı kapı kalmadı. Fakat kimseden yüz bulamadı. Kendi kızı, Peygamberimiz Aleyhisselâmın zevcesi Hazreti Ümmü Habibe bile babasını tersledi.
Ebû Süfyan'm eli boş dönmesiyle Kureyşliler endişeye kapıldı. Huzâa kabilesi Medine yolunu tuttuğu için müminlerin durumu hakkında bir haber de alamıyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselâm ise, 10 bin kişilik büyük bir ordu hazırladı. Ramazan ayı içerisinde Mekke'yi putlardan temizlemek üzere yola çıktı. Kan dökülmeden Mekke'ye girilmesi için hareket gizli tutuldu. Yolda Fahri Kâinat Efendimize imân ederek Medine'ye gitmekte olan son muhacir, amcası Hazreti Abbas ile karşılaştı. O da ailesini gönderip kendi orduya katıldı.
İslâm ordusu gece binlerce ateş yaktı. Kureyşliler gördükleri bu büyük manzara karşısında dehşete kapıldı. Ebû Süfyan olup bitenlerden bir haber alabilmek için bir tepeye çıktı. Burada İslâm süvari karakoluna esir düştü. Hazreti Abbas kendisini Peygamberimiz Aleyhisselâmın huzuruna getirdi. Ebû Süfyan orada İslâm dinine girdi. Burada Mescid-i Haram'a sığınanlara, savaşmadan kendi evine kapananlara ve Ebû Süfyan'm hanesine girenlere dokunulmaması emri ile şereflendi.
Hicretin sekizinci yılı 20 Ramazan, milâdî 11 Ocak 630'da öğle vakti İslâm Ordusu tekbirlerle dört koldan Mekke'ye girdi. Silâh kullanılmadıkça kan dökülmemesi emrolunmuştu. müminler sadece birkaç direnişe karşılık verdi. Kabe'de bulunan 360 put kırılıp atıldı. Beytullah tertemiz edildi.
Kureyşliler, hayretler içersinde sabah taptıkları putların; öğleye kadar hepsinin yerle bir oluşunu seyrediyorlar, Hazreti Bilâl'in Kâbe üzerinde öğle ezanını okuyuşunu ve binlerce ağızdan tekbirlerle Allahü Teâlâ'ya yapılan şükür ve hamd nidalarını dinliyorlardı. Böylece yıllarca taptıkları putların faydasızlığını anlamakla lanetler okuyorlar, islâm ile şereflenmeye koşuyorlardı.
Müminler Kabe'de topluca namazlarını kıldılar. Peygamberimiz Aleyhisselâmın birlik ve eşitlik hakkındaki hutbesini dinlediler. Efendimiz (A.S), İslama çok zararı dokunan birkaç kişi dışında, bütün Mekke'lilere afv ilân ediyordu. O'nun bu cömertliği karşısında Mekke halkı şimdiye kadar yaptıklarından ar duydular. Akın Akın müslüman olarak erkekli, kadınlı Fahri Kâinat Efendimize biat ettiler.
Huneyn Gazası (M. 630- H.8)
Mekke'nin fethiyle Kureyş meselesi çözülmüş, onların tesirinde kalan Arap kabileleri de islâmı kabul etmeye gelmişlerdi. Ancak Arapların en büyük kabilesi olan Hevazin kabilesi, İslâmın üstünlüğünü istemiyorlardı. Müslümanların zafer rahatlığı içinde olduğu bir sırada 20 bin asker topladılar. Müslümanları hazırlıksız yakalamak istediler. Bunu duyan Peygamberimiz Aleyhisselâm Mekke'de bir vekil bırakarak 12 bin kişilik ordusu ile Hevazin üzerine yürüdü. Orduya bazı yeni müminler de katıldı.
Hevazin ordusu, bir boğazda ani baskın yaptıkları İslâm ordusunu sıkıştırdı. Bu beklenmedik saldırı müminleri şaşırttı. Mekke'nin fethi gibi büyük bir zaferin verdiği rahatlık da onları aldattı, işi gevşek tutmalarına sebep oldu. Hazreti Halid b. Velid'in kumandasındaki birliğin bozulması da, morallerini iyice bozdu. Bu şaşkınlıkla gelen bozgun karşısında İslâm Ordusu dağılmaya başladı. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâm sahabilerine seslenerek etrafında toplanmalarını istedi. Düşmanın üzerine hücum edip askerin moralini düzeltti. Savaşta da en üstün kendisinin olduğunu gösterdi. Bozulan İslâm askerleri yeni bir hamleyle düşmanı hezimete uğrattı. Hevazin Ordusu bütün varlığını savaş meydanında bırakarak kaçtı. Müslümanların kovalaması ile iyice perişan oldular.
Hevazin kabilesi, savaşta kaçmayı önlemek için kadın, çocuk, mal, servet neleri varsa yanlarında getirmişti. İslâmın zaferi karşısında bunlar da fayda etmedi. Müminlerin 4 şehîdine karşılık 70 ölü, 6 bin esir, 24 bin deve, 40 bin koyun ve 4 bin okka gümüş ganimet bırakarak kaçtılar. Esirler arasında Peygamberimiz Aleyhisselâmın süt kız kardeşi Şeymâ da vardı. Efendimiz (A.S) kendisine hürmet ve ikramda bulundu. Bir çok mal vererek memleketine gitmek üzere serbest bıraktı.
Bu durumdan ümitlenen Hevazin kabilesi ileri gelenleri de ricada bulundular. Böylece 6 bin esir serbest bırakıldı. Eşine rastlanmayan bir fazilet örneği gösterildi. Peygamberimiz Aleyhisselâmın, cömertliği dillere destan olan Hâtemi Tâî'nin kızını da hediyeler vererek serbest bırakması, üstün ahlâkından bir örnek, iyiliklere gösterilen karşılığa bir delildir.
Mekke'nin fethinden 16 gün sonra, milâdî 27 Ocak 630 tarihinde yapılan bu gazâ, Hevazin kabilesi ile Huneyn Vadisinde yapılmış, bu iki isimle anılmıştır. Peygamberimiz Aleyhisselâm savaştan sonra Mekke'ye döndü. Vekil bıraktığı 20 yaşındaki Hazreti Attab'ı, idaresinin iyi olmasından dolayı Mekke Valisi yaptı. Kabe'yi tavaftan sonra Mekke'den ayrıldı.
Taif Kuşatması, Evtas Savaşı (M. 630- H.8)
Huneyn'den kaçan Hevazin askerlerinden bir kısmı Taif kalesine, bir kısmı da Evtas'a kaçmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselâm Evtas'a bir birlik gönderdi. Kendisi de Taife hareket etti. müminler Evtas'tan zafer ve ganimetlerle döndü. Taif kalesi sağlam, halkı ise savaşa kararlıydı. 15 günlük kuşatma sırasında mancınık ve Debbâde" denilen ağaç tanklar gibi ağır âletler kullanıldı. Fakat müminler bir sonuç alamadı. Kaledekiler ise yiyeceklerini depo etmişler, sonuna kadar direnmeye niyetliydiler.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, kalenin alınması için çok kan döküleceğini anladı. Atılan oklarla 12 mümin de şehîd olmuştu. Sahabileriyle ne yapacaklarını konuştu. Her tarafı müslümanlar ve dostlarıyla sarılı Taif'lilerden bir zarar gelmeyeceği fikri kabul edildi. Müslümanlar kuşatmayı bırakıp çekildiler. Taif'liler ise, bir sene sonra kendiliklerinden gelip müslüman oldular. Taife sığınan Hevazin kabilesi reisi Malik ise, İslâm olmayı kabul ettiği için çoluk çocuğu serbest bırakıldı.
Kabileler Topluca İman Ediyorlar
Mekke'nin fethinden sonra Arap kabilelerinden henüz imân etmemiş olanlar da İslama geldi. Yeni müminlere dinleri öğretmek için âlimler gönderildi. Bahreyn, Gassan ve Yemen Hükümdarları gönderilen elçilerle müslüman oldu. Müslüman olan hükümdarlardan Maan Emiri Ferve ise, bağlı olduğu Bizanslılar tarafından öldürüldü. Yeni İslâm ülkelerine, şehirlerine valiler tâyin edildi. Eski dinlerinde kalmaya devam eden Hıristiyan, yahudi ve mecusî toplulukları vergiye bağlandı. Özetle İslâm Dini Arapistan yarımadasında hükmünü uygulamaya ve kök salmaya başladı.
Tebük Gazası (M. 630-H.8)
İslâm Dininin her tarafa yayılmaya başlaması Bizans Devletinin huzurunu kaçırdı. İranlılara üstünlük sağladıktan sonra, müslümanların da ilerlemesini durdurmak istediler. Bu sebeple 40 bin kişilik bir ordu hazırladılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm, bu haberi alınca asker toplanması için emir verdi. Hicretin 9'uncu milâdın 630'uncu yılının, sıcak aylarında 30 bin kişilik bir ordu hazırlandı.
O sırada kıtlık hüküm sürdüğü için, müminler orduyu donatmak için yarışa girdiler. Münafıklar ise, sıcak ve iş zamanını, yolun uzunluğunu, düşmanın büyüklüğünü ileri sürüp bozgunculuk yapmaya çalıştılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm İslâm ordusuyla Medine ile Şam arasında Tebük denilen yere kadar geldi. Ancak karşılarına düşmanın çıkmadığını gördü. Çünkü İslâm ordusunun büyüklüğü, her tarafa dehşet "salmıştı. Bizans Devleti ise iç çekişmelerle uğraşıyordu. Bu sebeple müminlerle savaşmaktan kaçınmışlardı.
İslâm Ordusu Tebük'te 20 gün kaldıktan sonra döndü. Peygamberimiz Aleyhisselâm Şam'a girme teklifini kabul etmedi. Çünkü orada vebâ salgını vardı ve bu tehlikenin üzerine gitmekten sakındı. Düşman sindirildiği için, kuzeyden gelecek büyük tehlike de atlatılmış, istenen sonuç elde edilmişti. Bu arada civardaki bazı hükümetler ve kabileler ile ahid yapıldı, vergiye bağlanarak dostluk kuruldu.
Münafıkların Fesadı ve Mescid-i Dırar
Peygamberimiz Aleyhisselâm, Ramazan ayında Tebük'ten Medine'ye döndü. Büyük bir sevinçle karşılandı. İslâm Ordusunun Bizans Devletine karşı koyması, her tarafta geniş yankılar uyandırdı.
Münafıklar ise, Hıristiyan ve yahudilerle işbirliği yaparak İslâmı baltalamak çabalarını sürdürüyordu. Müminleri, türlü bahanelerle Tebük seferinden alıkoymak istemişler, bozgunculuk yapmışlardı. Kendileri dışındaki İslâm düşmanlarının yardımı ve teşviki ile bir mescid yapmışlardı. Kuba Mescidi yakınında yapılan ve buradaki cemaati bölmek istedikleri mescid, sadece adıyla ibadet yerini andırıyordu. Aslında ise, müminlere karşı dış düşmanlarla yapılacak bir savaş için hazırlanmış, içi silâh deposu haline getirilmişti. Münafıklar Tebük Savaşına giderken, Peygamberimiz Aleyhisselâmı mescidlerinde namaz kılmaya davet etmişler, söz de almışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselâm Tebük'ten dönünce, buraya uğramak istedi. Ancak ilâhî vahiy ile işin hakikati bildirildi.
Çünkü Peygamberimize suikast yapmayı bile düşünüyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz mescidin yıkılması için emir verdi. Yerle bir edilerek, gizli emelleri ortaya çıkarılan bu yere, "Mescid-i Dırar = Zarar Mescidi" adı verildi. İki ay sonra münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selül ölünce, adamları da dağıldı. Böylece İslâm, dışarda Bizans, içerde ise münafıklar gibi iki tehlikeyi atlatmış oldu.
Veda Haccı ve Hutbesi (M. 632- H.1O)
Hicretin dokuzuncu yılında Hazreti Ebû Bekir, Hac Emîri seçilmiş ve 300 müminle Hac ibadetini yerine getirmişti. Hazreti Ali ile beraber kâfirlerin artık Kabe'yi ziyaret edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine müslüman olmayan kabileler de imân ile şereflendiler. İslâm Dini Arap yarımadasında girmedik yer bırakmadı.
Bir sene sonra, hicretin 11. milâdın 632'nci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselâm 40 bin kişilik bir topluluk ile haccetmek üzere Mekke'ye gitti. O'nun gelişini duyan müminler Zilkade ayında Mekke'de toplandı. Böylece Peygamberimiz Aleyhisselâm hac sırasında 124 bin kişilik bir İslâm topluluğuna hutbe okudu. İslâm Dininin tamamlandığına işaret ederek, insanlığı maddî ve manevî huzura, kurtuluşa kavuşturacak şeriat hükümlerini, sonsuz nimetleri bildirdi, nasihatlar etti.
Büyük peygamber, Efendimiz Aleyhisselâm devesinin üzerinde idi. Devesinin yularından Amr b. Harice tutuyordu. Devenin ağzından çıkan köpükler, Amr b. Haricenin başına dökülüyordu. Efendimizin sözlerini tekrar edecek olan da gür sesiyle meşhur, Rebia b. Ümeyye b. Halefti. Ve Resülüllah Efendimiz sözlerine şöyle başladı:
Cenabı Hakka Hamdü sena ederiz. Ona döneriz. Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü amellerimizden Allaha sığınırız. Allanın hidayet ettiğini kimse yoldan çıkaramaz. Allanın şaşırttığnı da kimse doğru yola getiremez. Şehadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur. Birdir, eşi ve ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve peygamberidir. Ey Allanın kulları! Allahtan korkmanızı ve O'na itaat etmenizi vasiyet ederim.
Ey insanlar! Sözlerimi dikkatle dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada, ebedi olarak bir daha birleşemiyeceğim.
Sonra da Peygamberimiz Aleyhisselâm Rebia b. Ümeyye'ye size:
"Ey insanlar! bu hangi beldedir, diye soruyor de. Buyurdu. Rebia b. Ümeyye de bunu bağırarak onlara duyurdu.
Onlar da haram ve dokunulmaz olan beldedir, diyorlardı.
Peygamberimiz, "Söyle onlara Allah sizlere kanlarınızı ve mallarınızı rabbinize kavuşuncaya kadar bu beldeniz gibi haram ve dokunulmaz kılmıştır. Sizler muhakkak rabbinize kavuşacaksınız. Amellerinizden işlediklerinizden sorguya çekileceksiniz" buyurdu.
-Tebliği ettim mi? diye sordu. Sonra elini semaya kaldırdı. Ey Allahım bunlara tebliğde bulunduğuma şahit ol dedi.
"Kimin yanında emanet varsa, onu hemen sahibine teslim etsin. İyi biliniz ki üç şey müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz.
1- Allaha ihlaslı olarak amel etmek.
2- Emir sahiplerine nasihatte bulunmak.
3- Müslümanların cemaatına İtikat ve salih amelde tabi olmak(ki onlar dua ederlerse dualarının kabul ve arkalarındakilerine de şamildir.). İyi biliniz ki cahiliyet devrine ait her şey ayaklarımın altına konulmuş, hükümsüz sayılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da bize ait, kan davalarından İbni Rebia'nın kan davasıdır. Cahiliyet devrinde olan, bütün faizler de kaldırılmış, hükümsüz sayılmıştır. Kaldırdığım ilk faiz, Amcam Abbas'ın faiz alacağıdır, onun da tümü kaldırılmıştır. Fakat ana paralarınız size aittir, sizin hakkınızdır. Ne. bundan fazlasını isteyip borçlulara zulmediniz, ne de hakkınızdan aşağı alıp, mazlum duruma düşünüz. Allah faiz yoktur diye hükmetmiştir.
Şimdi ey insanlar! Şeytan Muhakkak ki şu toprağınızda kendisine tapınmaktan temelli olarak ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışındaki ufak tefek işlerinizde, Şeytana itaat edecek olursanız, bu onu hoşlandıracaktır. Dininiz üzerinde ondan sakınınız.
....................
Ey İnsanlar! Kadınlar hakkında Allahtan korkunuz. Çünkü siz onları ancak Allanın emaneti olarak aldınız. Ve kendileri ile evlenmeyi de Allanın kelimesi (Dini Nikâhla) helal edindiniz.
Ey insanlar şüphe yok ki sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır, onların da sizlerin üzerinde hakkı vardır. Sizin onların üzerinde hakkınız döşeğinize sizden başka hiç kimseyi ayak bastırmamaları, fuhuş irtikab etmemeleri, istemediğiniz kimseyi izniniz olmadıkça evlerinize sokmamalarıdır. Eğer onlar bunun aksini yaparlarsa, Allah size onları yatakta yalnız bırakmanıza izin vermiştir. Kendilerini fazla incitmeyecek şekilde dövebilirsiniz de .. Eğer uysallık ederler size boyun eğerlerse onların üzerinizdeki hakkı maruf veçhile yani memleket adet ve geleneğine göre kendilerinin bütün yiyecek ve giyeceklerini sağlamaktır. Kadınlar hakkında hayırlı olmanızı tavsiye ederim.
Çünkü onlar yanınızda zayıftırlar. Emanettirler. Kendileri için bir şeye malik değildirler.
Ey insanlar! size tebliğ etmiş olduğum sözlerimi aklnızda iyice tutunuz. Ben size öyle bir şey bıraktım ki Ona sımsıkı sarılırsanız hiçbir zaman sapmazsım. O Allanın kitabıdır. Allanın Peygamberinin sünnetidir. Ehli beytimdir.
Ey insanlar sözümü iyi dinleyiniz ve aklınızda iyice tutunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ve böylece bütün müslümanlar kardeştirler. Kişiye kardeşinin malı, kendisi onu gönlünden kopararak vermedikçe helal olmaz. Kendinize zulüm ve yazık etmeyiniz.
-Allah Aşkına tebliğ ettim mi? diye sordu. Müslümanlar da Allah için evet dediler.
Peygamberimiz,
-Ey Allahım şahit ol, diyerek Allahı şahit tuttu.
Sakın benden sonra kâfircesine cahiliyet hallerine dönmeyiniz. Ve birbirinizin boynunu vurmayınız.
Ey insanlar rabbınız bir, babanız birdir. Hepiniz Ademin soyundansınız. Adem de topraktandır. Allah katında sizin en şerefliniz en muttekı olanınız, Allanın emirlerini en çok yerine getiren, yasaklarından da sakınanınızdır. Arabın Araptan olmayana üstünlüğü ancak takva iledir, buyurdu.
Ve
-Tebliğ ettim mi ?diye sordu.
-Evet, dediler. Sizden burada bulunanlar bunları bulunmayanlara da tebliğ edip ulaştırsın.
-Ey insanlar! Size azası kesik bir köle bile emir tayin edilecek olsa sizi Allanın kitabı ile idare ettiği zaman onu dinleyiniz ve itaat ediniz, buyurdu.
Sonra müslümanlara sordu:
-Benim hakkımda ne diyeceksiniz bakayım? . Müslümanlar:
-Allah tarafından getirdiklerini bize tebliğ ettin, peygamberlik vazifeni yerine getirdin, bize nasihat ettin diye şehadette bulunacağız dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Şehadet parmağını havaya kaldırıp halka işaret ederek"
-"Allahım şahit ol, Allahım şahit ol, Allahım şahit ol!"
Vesselamü Aleyküm ve rahmetüllahi ve berakâtühü buyurarak hutbesini sona erdirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm bundan sonra haccetmediği için, bu haccı ve hutbesi "Vedâ Hacı" ve "Vedâ Hutbesi" olarak anıldı. Bu hac emri sırasında 63 deve kurbanı kendisi kesti. Kalanlarını Hazreti Ali keserek 100'e tamamladı. Peygamberimiz Aleyhisselâm, her sene için bir kurban keserek ömrünün 63 senede sona ereceğine, İslâm Nurunun tamamlanmasıyla, dünyadan ayrılacağına işaret etti. Kabe'de 10 gün kaldıktan sonra Medine'ye döndü.
Son Peygamber Ordusu
Peygamberimiz Aleyhisselâm hicretin 11'inci yılı Safer ayında, Şam yolunu açmak için bir ordu hazırlattı. Mute savaşında şehîd düşen kumandan Hazreti Zeyd b. Harise'nin oğlu Hazreti Usame b. Zeyd'i 20 yaşında ordunun başına geçirdi. Bir çok ileri gelen sahabiler de bu genç kumandanın emrindeydi. Peygamberimiz Aleyhisselâm ordusunu uğurladıktan sonra saadetli hanesine döndü.
Hastalanıyor
Peygamberimiz Aleyhisselâm 23 senelik vazifesinin sona erdiğini ve yakında dünyadan ayrılacağını anlamıştı. Uhud şehîdlerini ziyaret ederek sekiz yıl sonra cenaze namazlarını kıldı. Meşhur Baki' mezarlığına giderek orada yatan müminleri de ziyaret etti. Yakında kendisinin de o âleme göçeceğini bildirdi. Nitekim Rebiulevvel ayına bir gün kala hastalandı. Sahabilerine bir hutbe okuyarak Arapistan'ın putperestlerden temizlenmesini, gelen elçilere iyi davranılmasını emretti, son nasihatlarını yaptı. Yanında bulunan zevcelerinin hissesini ayırdı, kalanını sadaka olarak dağıttı. Peygamberimizin hastalığını duyan islâm Ordusu geri döndü.
Ve Dünyadan Ayrılıyor(M. 632 - H. 12 Rebiul Evvel 11)
Peygamberimiz Aleyhisselâmın hastalığı sıtma idi. Soğuk su ile rahatlamaya çalışıyordu. Son üç günde hastalığı iyice ağırlaştı. Hazreti Ebû Bekir'i imamlık yapmak üzere vekil seçti. Nihayet 13 gün süren hastalıktan sonra hicretin 11 nci yılı Rebiulevvel ayının 12 nci Pazartesi gecesi milâdî 632 yılında 63 yaşında mübarek ruhları uçup en yüce makama gitti.
Sahabiler bu acı hakikat karşısında şaşırıp kaldılar. Diller tutuldu, kalbler dondu, feryadlar göklere yükseldi. Hazreti Ömer gibi sahabiler bile inanmak istemedi. Bu fırsattan faydalanmak isteyen bazı kimseler dinden çıkarak yalancı peygamberlik hevesine kapıldı. Ancak Hazreti Ebû Bekir'in soğukkanlı davranışı ve hâkim olucu sözleri karşısında herkes kendine gelebildi.
Çünkü o büyük dost Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği Kur'an, ve Şeriatının rehberlik vazifesine devam ettiğini bildiriyor, bu büyük hakikati hatırlatıyordu.
Kendilerini toparlayan müminler önce Hazreti Ebû Bekir'i Halife seçip emrine girdiler. Sonra da Fahri Kâinat Efendimize karşı son vazifelerini yaptılar. Erkekler, kadınlar ve çocuklar sırayla namazını kıldılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm, dünyaya gözlerini yumduğu, Hazreti Aişe'nin saadetli hanesine defnedildi. Şimdi Ravza-ı Mutahhara denilen makamı meydana geldi.
Peygamberimizin Yüksek Ahlâkı
Peygamberimiz Aleyhisselâm, bütün yaratılmışların en şereflisi ve şânı en yüce olanıdır. İnsanlara güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildiğini söylemiştir. Her güzel işte, örnek O'dur, ölçü O'dur. Merhamet ve şefkati, cömertlik ve keremi, akıl ve zekâsı, güzellik ve yaratılışı, iyilik ve ihsanı, doğruluk ve adaleti, sabır ve kanaati, temizlik ve iffeti, yiğitlik ve kuvveti, hâsılı her üstünlük ve fazileti başkaları ile ölçülmesi mümkün olmayacak derecede yüksektir.
Küçükleri sevip okşamak, hastaları arayıp sormak, hareketlerinde ölçülü olmak, herkese tatlı söz ve güler yüz göstermek, fakirlere ve düşkünlere yardımcı olmak, işi her zaman ehline vermek, aşırılığa ve gösterişe yüz vermemek, herkesin hakkını gözetmek gibi akla gelen her olgun ahlâk, O'nun sünnetidir.
Koca Arap yarımadası emri altında iken bir kuru ekmek parçasıyla karnını doyuracak, hattâ açlığını gidermek için karnına taş bağlayacak derecede sabır, kendisini öldürmek için saldıran ve yaralayarak en ağır eziyeti yapanların, sadece doğru yola gelmelerini isteyecek kadar merhamet sahibiydi. Huzurunda titreyen bir ziyaretçiye: "Korkma arkadaş! Ben, Kureyş'ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum!" buyuran bir geniş gönül taşıyordu. Kısacası, her güzel ahlâk, O'nda ayrı bir güzellik kazanmıştı.
Zevceleri
Peygamberimiz Aleyhisselâmın çok evlenmenin yasaklanmasından önce, bir çok hikmetler ye çeşitli sebeplerle nikâhına aldığı validelerimizin sayısı 12'dir. İlk zevcesi Hazreti Hatice ile Hazreti Zeyneb binti Huzeyme, kendi sağlığında vefat etmişler, diğerleri ise sonraya kalmışlardır. Zevcelerinden Hazreti Ebû Bekir'in kızı Hazreti âişe ve Hazreti Ömer'in kızı Hazreti Hafsa'yı bu en yakın iki dostuyla bağlılığını artırmak için nikahlamıştır. Bu maksatla, kendi kızlarını da üçüncü ve dördüncü derecedeki yakın dostu Hazreti Osman ve Hazreti Ali'ye vermiştir.
Ebû Süfyan'ın kızı Hazreti Ümmü Habibe, kocasının Habeşistan'da Hıristiyanlığa dönmesiyle himayesiz kalmıştı. Babası imân etmediği için onun yanına da gelemiyor, asaletli olduğu için herkesle evlenemiyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâm dininde sebat eden bu mümineyi Habeş Hükümdarını vekil tâyin ederek nikahladı. Medine'ye getirterek himayesi altına aldı.
Hazreti Zeyneb binti Huzeyme, Hazreti Ümmü Seleme ve Hazreti Şevde de Hazreti Hafsa gibi kocaları Allah yolunda savaşırken şehîd düşmüşlerdi. Kimsesiz kalan ve korunmaya muhtaç olan bu kadınları Peygamberimiz Aleyhisselâm nikâhına aldı. Hazreti Zeyneb binti Cahş ise akrabası olup kocası ile geçinemediğinden ayrılmıştı. Efendimiz (A.S) akrabasının ricaları üzerine, onu nikâhına aldı.
Hazreti Cüveyriyye, Hazreti Mâriye, Hazreti Safiyye ve Hazreti Meymune validelerimiz ise, siyasî sebeplerden dolayı Peygamberimizin nikâhına girmişlerdir. 53 yaşına kadar dul bir kadın olan Hazreti Hatice ile yaşayan Peygamberimiz Aleyhisselâm bir çok hikmet ve sebeplerle, ömrünün son 10 yılında çok kadınla evlenmiştir. Bu validelerimiz de o hazretten öğrendikleri ile İslama büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Evlâdı (Çocukları)
Peygamberimiz Aleyhisselâmın üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi evlâdı dünyaya gelmiştir. İlk oğlu Hazreti Kaasım olduğu için, Efendimiz (A.S) "Ebu'l-Kaasım = Kaasımın Babası" lakabıyla anılmıştır. Diğer oğulları da Hazreti Abdullah ve Hazreti İbrahim'dir. Kızları Hazreti Zeyneb, Hazreti Rukayye, Hazreti Ümmü Külsûm ve Hazreti Fâtıma'dır. Yalnız Hazreti ibrahim, Hazreti Mâriye'den doğmuş, diğerlerinin hepsi Hazreti Hatice'den olmuştur.
Oğulları bebek halinde, kızları ise evlilik hayatı sürerken Peygamberimiz Aleyhisselâm'dan önce vefat etmişlerdir. Yalnız Hazreti Fâtıma, babasından altı ay sonra 24 yaşında dünyadan ayrılmıştır. Hazreti Rukayye ile Hazreti Ümmü Külsûm, sırasıyla Hazreti Osman b. Affan ile evlenmişlerdir. Bu sebeple Hazreti Osman'a "Zinnûreyn = İki Nur Sahibi" lâkabı verilmiştir. Hazreti Zeyneb, Hazreti Ebû As b. Rebî ile, Hazreti Fâtıma da Hazreti Ali ile evlenmişlerdir.
Peygamberimiz Aleyhisselâmın soyu, kızı Hazreti Fâtıma'nın oğulları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin neslinden devam etmiştir. Diğer kızlarından olan torunları yaşamamıştır. Hazreti Fâtıma'nın, Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin'den başka Muhsin, Ümmükülsûm ve Zeyneb adında bir oğlu ve iki kızı daha vardır.