GÜMELE KÖYÜ
Gümele ilçenin 8 kilometre güneydoğusunda, Murat Dağı’nın batı eteklerinde kurulmuş olan Gediz’e bağlı yerleşimin adıdır. Güney - Kuzey yönünde akan Çokrağan (Comburt) ile kuzeyden akan Muratdağı çaylarının birbirine karıştığı bu bölgenin doğusu, kızılçam ormanları ile kuşatılmıştır. Kızılçamlar Gümele ile Dibekkayası, Avlankapısı ve Halıburnu sırtları arasında yoğunluk kazanır.
Osmanlı dönemi öncesine ait herhangi bir yapı kalıntısının olmadığı Gümele’ nin XIV. yy’da Türkmenler tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Yerleşimin 1617’ de kurulduğuna dair bazı bilgiler olsa da Osmanlı kayıtları Gümele’ nin bu tarihten 87 yıl önce de var olduğunu göstermektedir.
Yörede anlatılanlara göre, köyün ilk kurucuları Benderlioğlu Ömer ile adları bilinmeyen diğer iki ailedir. Doğu Anadolu’dan göçüp bu günkü Fatih Mahallesinin olduğu bölgeye yerleşen bu aileleri, Emir Ahmetoğulları ile Yozgat tarafından göç eden Hacı Eyüp Ağa aileleri izlemiştir.
Derme çatma barakalardan oluşan bu küçük yerleşim, kulübeyi andıran yapılardan dolayı Gümele adıyla anılmaya başlanmıştır. Köyün hemen yanı başında yükselen Dedeçamı Tepesi, adını muhtemelen burada yatan, ancak adı bilinmeyen bir inanç önderinden almıştır. Bu “dede” belki de buradaki tekkenin şeyhiydi. Tepede yetişen çamların yüzyıllardır titizlikle korunmuş olması da, buranın geçmişte bir ziyaretgâh olduğuna işaret etmektedir. Zira böyle yerlerdeki ağaçların kesilmesi, hele yakılması eski bir Türk inancında uğursuzluk sayılmıştır.
Çokrağan çayı üzerine inşa edilen ve köyün adıyla anılan göletin doğusunda kalan Gümele geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlar. 17 m. Yüksekliğindeki göletin su toplama kapasitesi 35 milyon metreküptür. Bu da 8.700 hektar alanın sulanması anlamına gelir. Böylece Muratdağı ve Çokrağan vadileri boyunca uzanan Gümele, Erdoğmuş ve Fırdan köylerine ait topraklara da sulu tarıma geçilebilecektir.
Osmanlı döneminde köy hayırsevelerinden Kalender Çavuş, Gümele’ye kendi adıyla bir cami yaptırdı. Yapılış tarihi bilinmeyen camiye ait 1911 tarihli bir vakfiye şöyledir:
“Gediz Kazası’nın Gümele Karyesi’nde kain Kalender Çavuş Cami-i Şerifi için Karye-i meskure sakinlerinden Eyüp oğlu Mehmet Ağa bin Eyüp’ün nukutu vakfı(1911)
Gümele’nin 1935’te 747 olan nüfusu, 1950 de 816, 1997’de 2528 olmuş ve yerleşim 1999 da belde statüsüne alınmıştır. Ancak köyün nüfusu yaşanan göçlerle 2000 de 1616 ya, 2007 de 1233 e, 2017 de ise 990 na gerilemiştir.
6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile nüfusu 2 binin altında bulunan belediyeler kapsamına giren Gümele belde belediyesi iken 2014 yılı Mart ayında yapılan seçimler ile tekrar köye dönüştü.
GÖYNÜKÖREN KÖYÜ (Göynükviran)
Gediz’in 23 Kilometre güneyinde 675 nüfuslu köyün adıdır. Geçimini tarım, hayvancılık ve orman işçiliğinden sağlayan köy, Murat Dağının güneybatı uzantılarından Büyük Türkmentepe’nin güney yamacına kurulmuştur.
Gediz – Uşak sınırını çizen Diken Çayı, eskiden Gediz’e bağlı olan Eskigüney ile Göynükören köylerinin arasından akarak Gediz Nehri’ne karışır. Köye ad olan “göynük” arpa ya da yoğurt torbası, ormanda yakılarak açılan tarla veya üzüntülü, elemli anlamlarına gelen bir sözcüktür. Köyün bu adı “arpa, yoğurt diyarı” olmasından mı, ormanda açılan bir düzlüğe kurulmasından mı, yoksa yanı başında harabeye dönmüş Antik Çağ yerleşiminin hüzünlü halinden mi aldığı bilinmemektedir.
Gediz’in tüm köyleri gibi, Göynükören’de köylerden kentlere doğru akan göç hareketinden etkilenmiştir. 1935 Genel Nüfus Sayımı verilerine göre, o yıl 302 erkek, 327 kadın olmak üzere toplam 629 olan köyün nüfusu 1950’ de 776 ya 1997 de 907 ye 2000 de de 934 yükselmiş, ancak 2007 de 94 kişilik bir azalma ile 840 a 2017 de ise 675 e gerielmiştir.
Köyün 40’ar nüfuslu Dikilitaş ve Gençler adıyla anılan iki de mahallesi bulunmaktadır. Göynükören, Gediz’de iskan görmüş en eski yerleşim alanlarından biridir. Köyün hemen yanı başındaki Turansa ile kuzeydoğusundaki Dikilitaş’ta bulunan mermer ve tuğla parçaları ile topraktan yapılmış kullanım eşyası kırıkları, burada bir zamanlar var olan yerleşimlere işaret etmektedir. Geçmişte yapılan kaçak kazılarla yağmalanan ve büyük tahribata uğrayan bu ören yerinin hangi çağlardan kaldığı bu gün için bir sır olsa da en geç Roma – Bizans dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır.
Kadoi’nin (Gediz) fethinden sonra bu yöreye gelen Türkmen oymağı, Turansa ve Dikilitaş yerleşimlerine değil de, bugünkü köyün olduğu alana yerleşmişlerdi. 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu defterinde Göynük-viran adıyla yer alan köy bu duruma göre en geç XV. Yüzyılın ortalarında kurulmuş olmalıdır.
1844 yılında 30 haneli ve 150 nüfuslu bir köy olan Göynükören o yıl itibari ile 1947 dönüm toprağa sahipti ve hane başına yaklaşık 50 dönüm toprak düşüyordu. Köyde aynı yıl 75 koşum, 229 büyükbaş, 931 küçükbaş hayvanla 11 arı kovanı bulunuyordu.
Bu dönemde inşa edilen köy camisine ait vakıf Osmanlı kayıtlarında 190/3118 numara ile yer almıştır. Ahşap işçiliğinin benzersiz örneklerini sergileyen bu cami yakın geçmişte yıkılmış ve yerine betonarme bir cami yapılmıştır.
Köyde Osmanlı döneminde yaşamış inanç önderlerine ait 5 “Dede” nmezarı vardır. Yörenin önemli ziyaretgahlarından olan bu 5 mezarın biri Küçük Türkmentepe’nin zirvesinde, diğer dördü ise Çakmak Tepe’nin güney yamaçlarındaki Çakmak Yaylası’nın çevresindedir.
Göynükören, Gediz coğrafyasında ata sporu cirit oyunlarının yaşatıldığı tek yerleşimdir. Eskiden köyde yetiştirilen cirit atları, şimdilerde jokey kulüplerinden alınıp eğitilmektedir. Yeteneklerini köyde, bayram düğün gibi özel günlerde sergileyen Göynükörenli ciritçiler, üyesi oldukları Uşak Cirit Oyunları Kulübü ile yurt içinde düzenlenen cirit oyunlarına da katılmaktadırlar.
I.Dünya Savaşı’na katılan Göynükörenli askerlerden İbrahim oğlu Şerif Ahmet, Halil oğlu Mehmet ve İbrahim oğlu Ahmet Çanakkale Cephesi’nde şehit olmuşlardı. Göynükören’in son şehidi ise 2006’da Antalya’da meydana gelen bir helikopter kazasında şehit düşen Emniyet Amiri Ramazan CAN’ dır.
GÖYNÜK KÖYÜ
Gediz – Altıntaş karayolunun 30. Kilometresinden kuzeye ayrılan 3 kilometrelik yolla ulaşılan Gediz’ e bağlı köyün adıdır.
Köy 1739 rakımlı Çalova Tepesi’nin güney yamacında kurulmuştur. Muratdağı Çayı’nın aktığı derin vadinin kuzeyinden yükselen Çalova Tepesi’nin yapısında, bir başkalaşım kayacı olan mermer oldukça geniş yer tutar. Tepenin kuzey yamacındaki Çalova, yörenin önemli yaylalarından biridir. Yüzyıllar boyu Yörüklerin konaklama alanı olarak kullanılan yayla günümüzde bile bu işlevini sürdürmektedir. Yaylanın doğusunda Osmanlı döneminden kalma birkaç Yörük Mezarı dikkati çekerken, çeşmelerden akan sular, olası bir orman yangınında kullanılmak üzere yapılan küçük bir gölete akar. Köy geçimini tarım, hayvancılık ve orman işçiliğinden sağlamaktadır. Bir orman içi yerleşimi olan Göynük’te tarım, ancak Murat Dağı Çayı Vadisi boyunca yapılır.
Köyün tarihi geçmişine dair ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak gerek köy içinde ve gerekse çevrede dağınık halde bulunan Antik Çağ’a ait yapı elemanları, geçmişte burada var olan bir yerleşime işaret etmektedir. Roma – Bizans dönemlerine ait olduğu sanılan yerleşim, köyün 500 metre kadar kuzeyinde, Çalova Tepesinin güney yamaçlarındaydı. Köy evlerinin inşaatında kullanılan kimi mermer yapı elemanları da buradan sökülüp götürülmüştü. Antik Çağ yerleşiminin tapınak ve resmi binalarda kullanılan mermer, hiç kuşku yok ki, Çalova Tepesi’den elde edilmişti. Çalova Tepesinde hangi yüzyıldan kaldığı bilinmeyen bir kaya mezarı vardır. Yörede Gevur Mezarı yada Kral Mezarı diye anılan mezar, doğu batı yönünde oyulmuştur ve mezar odasına güneyden kare biçimli bir kapıdan girilir. Çoktan yağmalanmış olan mezar boştur. Ancak gerek mezarın çevresi gerekse mezar odası kaçak kazılarla büyük tahribata uğramıştır.
Çevreye dağılmış kaya parçaları arasında görülen tuğla kırıklarının mezara ait olup olmadığı bilinmemektedir. Mezar ve çevresinde yapılan kaçak kazılar, buraya, buraya yangın gözetleme kulesinin inşa edilmesiyle durmuştur.
Kadys’in (Gediz) fethinden sonra XVI. Yy bu yöreye gelen Türkmenler, Çalova Tepesi’nin çevreye hakim sırtındaki bu Bizans yerleşimin güneyine Göynük adıyla küçük bir köy kurdular. Göynük eski dilde “küçük süt kabı, kıldan yoğurt torbası yada arpa torbası” anlamlarına geliyordu. Belli ki, Yörükler geleneksel üretim kalıplarını simgeleyen bu sözcüğü köylerine ad olarak seçmişlerdi.
Gediz’de şaptan sonra işletilen ikinci cevher olan antimon Göynük’te bulunmuştu. 6.000 yıldan beri bilinen, önceleri ilaç ve kaş boyası olarak kullanılan madenin Göynük’te ne zaman bulunduğuna dair bir bilgi yoktur. Buna dair ilk resmi belge olan 1908 yılına ait Devlet Salnamesinde şu bilgiler yer alır:
“Dahil kazada (Gedüs) mehtelif elecnas maden keşfonulmuş ise de resmi taharr-i ruhsatnameleri istihsal edilmediğinden hafriyata mübarerat olunmamıştır. Yalnız Gedüs Kazası’na beş saat mesafede gelen Göynük Karyesi civarında Hazine-i Hassa-i Şahane’ye ait antimon madeni işletilmektedir.”
Göynük’teki antimon ocakları 2. Dünya Savaş’na değin özel imtiyaz sahipleri tarafından işletilmişse de, üretim daha sonra durmuştu. Yakın geçmişte Cebrail ve Çukurören yakınlarında bulunan yeni yataklarla birlikte yeniden başlayan üretim, son yıllarda düşmeye başlamıştır.
Bu arada Çalova Tepesi’ndeki mermer yataklarının işletmeye başlanmasını amaçlayan girişimlerden de, mermer bloklardaki kırıklar nedeniyle sonuç alınamamıştır.
Toprak darlığı, işsizlik ve kentlerde yaşam arzusu gibi nedenlerin tetiklediği göç dalgasından Göynük de etkilenmiş ve köyün nüfusu nerdeyse 72 yıl önceki nüfusu ile eşit hale gelmiştir.
Köyün 1935’ te 70 olan nüfusu 1950’de 107 ve 1997’de 102 olmuş, ancak bu sayı 2000 de 88’e 2017’ de ise 69’ a gerilemiştir.