ERDOĞMUŞ KÖYÜ

 

Cüveyrite Bintül Haris (Ra)

Hicret’in 5. senesinde, Müslümanların vücudunu ortadan kaldırmak maksadıyla harekete geçen Huzâa kabilesinin Benî Mustalık kolu üzerine bir gaza tertip edilmişti. Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle bu gaza zaferle neticelendi. Birçok esir ve ganimet elde edilmişti.
Alınan esirler arasında Benî Mustalık’ın reisi Hâris bin Ebî Dırar’ın kızı Berre (Cü­veyriye) de vardı. Berre’nin kocası savaşta öldürülmüştü.
Esirler mücahitler arasında taksim edildi. Berre, Sâbit bin Kays bin Şemmas ile onun amcasının oğlunun hissesine düştü. Berre, efendileriyle bir miktar para karşılığında anlaşma yaptı. Bu parayı ödediğinde serbest bırakılacaktı. Fakat kendisinden istenilen fidye çok fazlaydı, ödeyecek durumda değildi. Bunun üzerine Peygamber Efendimize müracaat etti ve durumunu ona bildirdi:
“Ben, Benî Mustalık reisi Hâris bin Ebî Dırar’ın kızıyım. Bildiğiniz gibi, ben Sâbit bin Kays’ın ve onun amcasının oğlunun hissesine düştüm. Bir miktar para karşılığında onlarla anlaştım. Ödemek zorunda kaldığım bu fidye için sizden yardım dilemeye geldim.”
Peygamberimiz ona, “Senin için bundan daha hayırlı olanı yok mudur?” bu­yurdu. Berre, “O nedir, yâ Re­sû­lal­lah?” diye sordu. Re­sû­lul­lah “Kurtuluş akçeni ödemem ve seni zevceliğe kabul etmemdir.” cevabını verdi.
Berre, bir an kendi âlemine daldı. Zaten savaştan üç gün önce rüyasında, Me­di­ne’den doğup yükselen ayın gelip kendi koynuna düştüğünü görmüştü. Pey­gam­be­ri­mi­zin teklifini duyunca hidayet nuru yüzünde parlamaya başladı. Re­sû­lul­lah’ın teklifini ka­bul etti. Ardından da Kelime-i Şehadet getirerek Müslü­man olma şerefine kavuştu.
Bu arada Hâris bin Ebî Dırar, kızının fidyesi olmak üzere yanına birkaç deve alarak, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Akik Vadisi’ne geldiğinde develerin en güzellerinden iki tanesini seçerek oraya bıraktı. Bu cins hayvanları vermek istemiyordu. Daha sonra Medine’ye geldi. Peygamberimizi buldu ve ona, “Benim kızım esir olarak tutulamaz. Bu benim mevkiimle ve şerefimle bağdaşmaz. Onu serbest bırak!” dedi. Re­sû­lul­lah, “Onu dilediğini seçmekte serbest bırakmamı ister misin?” buyurdu. Hâris, “Evet, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş olursun.” dedi. Bunun üzerine Hâris, kızı­nın yanına gitti ve şöyle dedi:
“Şu zat, seni dilediğini seçmekte serbest bıraktı. Sakın bizi rezil etme!”
Fakat Berre hiçbir şeyi Peygamberimize tercih edemezdi. Nitekim babasını mahcup etmek pahasına da olsa şöyle dedi:
“Ben Re­sû­lul­lah’ı tercih ediyorum.”
Hâris buna çok içerledi, “Vallahi sen bizi rezil ve rüsvay ettin!” dedi.Sonra da Peygamberimize dönerek, “Şu develer, kı­zım için fidyedir; bunları alıp kızımı bana veriniz.” dedi. Cenâb-ı Hak, Peygam­ber Efendimize, Hâris’in develerden ikisini sakladığını bildirmişti. Hâris’e, “Akik Vadisi’nde sakladığın iki deve nerede, onları niçin getirmedin?” diye sordu. Bu mucize, Hâris’in ve yanındakilerin hidayetine vesile oldu. Hâris bü­yük bir heyecanla, “Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Muhak­kak sen de Allah’ın Resûl’üsün. Vallahi bunu Allah’tan başka bilen yoktu.” diye­rek Müslüman oldu. Yanında bulunan iki oğlu ve kavminden bazı kimseler de Müslüman oldular.
Bundan sonra Peygamberimiz, Berre’yi babasından istedi. Hâris, “Anam babam sana feda olsun yâ Re­sû­lal­lah! Onu sana bağışladım.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, Berre ile Hicret’in 5. yılında evlendi. İsmini de “Cüveyriye” ola­rak değiştirdi. Çünkü “Berre” “iyilik, hayır” manasına geliyordu ve Peygam­berimiz, “Bere, Re­sû­lul­lah’ın yanından çıktı.” denilmesinden hoşlanmıyordu.
Cüveyriye o sırada 20 yaşında idi.
Peygamberimizin Cüveyriye ile evlenerek Benî Mustalık kabilesiyle akraba olduğunu duyan sahabiler, “Re­sû­lul­lah’ın akraba olduğu bir kabile artık esir ka­lamaz.” diyerek yanlarındaki bütün esirleri serbest bıraktılar. Böylece Hz. Cü­veyriye, kabilesinden 700 esirin azat edilmesine vesile oldu. Ayrıca Benî Mustalık’dan birçok kimse, Peygamberimizin bu davranışı karşısında Müslüman ol­dular. Bundan dolayıdır ki Hz. Âişe validemiz, Hz. Cüveyriye’yi çok takdir ederdi.
Hz. Cüveyriye validemiz çok oruç tutar ve çok namaz kılardı. Aynı zamanda zikir ve tespihe çok ehemmiyet verirdi. Bir gün sabah namazını kıldıktan sonra dua ve zikir ile meşgul olmaya başladığı bir sırada, Peygamberimiz yanından ay­rıldı. Öğleye doğru tekrar geldiğinde Hz. Cüveyriye’yi Allah’ı zikrederken bul­du, “Sen hâlâ yanından ayrıldığım hâl üzere mi devam ediyorsun?” buyurdu. Hz. Cüveyriye, “Evet.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyur­du:
“Ben senden ayrıldıktan sonra üç defa şu dört kelimeyi söyledim. Bunlar, bu­gün sabahtan beri senin söylediklerinle tartılsa onlardan daha ağır gelir. Bu keli­meler şunlar: ‘Sübhanallahi adede halkıhî, sübhanallahi rıza nefsihî, sübhanallahi zinete Arşihî ve sübhanallahi midâde kelimâtihî [Yarattıkları sayısınca Allah’ı tespih ederim. Allah’ı kendisinin razı olacağı şekilde tespih ederim. Allah’ı Arş’ın ağır­lığınca tespih ederim. Kelimelerin miktarınca Allah’ı tespih ederim.]”
Hz. Cü­veyriye, Peygamberimizin bu tavsiyesinden sonra artık bunları söylemeye devam etti.
Cüveyriye validemiz, Peygamberimizin diğer hanımları gibi çok hayırse­verdi. Kendisi yemez, fakirlere yedirirdi. Peygamberimiz bir defasında onun odasına gelmişti. “Yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hz. Cüveyriye, “Vallahi yanımda yiyecek yok. Biraz kemik vardı, onu da sadaka olarak verdim.” de­di.
Peygamberimizin bu mübarek hanımı, Hicret’in 56. yılında 65 yaşındayken vefat etti. Cenaze namazını Mervan bin Hakem kıldırdı.
Allah onlardan razı olsun!

 

Kaynak: Sahabeler Ansiklopedisi

Devamını Oku
Top