ErdoğmuşNet
Çarşamba, 31 Mayıs 2017 14:00
Hz. Aişe (Ra)
Risâletin 4. yılında (M.614) Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in Teymoğulları kabilesine mensup Hz. Ebû Bekir (ra), annesi Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir’dir (rah). Babasının mensup olduğu Teym kabilesinin soyu Mürre b. Kâ‘b’da Hz. Peygamber’in (sav) nesebiyle birleşir. Babası Ebû Bekir ilk evliliğini Kuteyle bint Abdüluzzâ adlı bir hanımla yapmış, bu evlilikten Abdullah ile kızı Esmâ doğmuştu. Kuteyle İslâmiyet’i kabul etmeyince onu boşayıp Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân’dan Abdurrahman ile Âişe dünyaya geldi. Ümmü Rûmân vefat edince Esmâ bint Umeys ile evlendi ve bu hanımından Muhammed adını verdiği bir oğlu oldu. Vefatından birkaç ay sonra da diğer hanımı Habîbe bint Hârice’den Ümmü Külsûm adlı kızı dünyaya geldi. Hz. Aişe (rah) gizli tebliğ dönemi esnasında Hz. Ebû Bekir’in (ra) daveti ile müslüman olanlar arasında yer alır.[1]
Hz. Âişe’nin (rah) çocukluğu hakkında fazla bir bilgi yoktur. Hz. Peygamber (sav) ile nikâhı hicretten önce Mekke’de kıyılmıştır. Babası Rasûl-i Ekrem (sav) ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (M.622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esmâ (rah), Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Sevde (rah), kızları Fâtıma (rah) ve Ümmü Gülsüm (rah) ile birlikte Medine’ye hicret etti. Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624) Hz. Peygamber’le (sav) evlendi.[2]
Hz. Âişe (rah) Rasûl-i Ekrem (sav) ile evlendikten sonra Müslümanlar arasında mümtaz bir konuma ulaştı. Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri (ümmehâtü’l-mü’minîn) olduklarını bildiren ve Hz. Peygamber’den sonra, başkalarının onlarla evlenmesini ebediyen yasaklayan Kur’an âyetleri gereğince kendisi “ümmü’l-mü’minîn” diye anılmaya başladı.[3]
Hz. Âişe (rah), Rasûl-i Ekrem’in (sav) eşi olduktan sonra Müslümanlar nazarından üstün bir mevkie kavuştu. Öyle ki bundan sonraki süreçte daima onun yanında bulundu. Uhud Gazvesi’nde sırtında su taşıma haber toplama ve yaralılara bakma gibi geri hizmetlerde görev yaptı.[4] Hudeybiye Musâlahası’na da katıldı. Mekke fethi için hazırlıklara başladığında seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber (sav), bunu sadece Âişe’ye (rah) bildirmiş, Hz. Ebû Bekir (ra) bu hazırlığın Mekke için olduğunu kızından öğrenmiştir.[5]
Hz. Âişe’nin (rah) iştirak ettiği en mühim seferlerden biri, Hicretin 5. yılı Şaban ayında (Ocak 627) gerçekleşen Benî Mustalik Gazvesi’dir. Hz. Peygamber (sav) sefere çıkarken Hz. Âişe’yi (rah) de yanına almış, savaş sonrası Medine’ye dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe (rah) devesinden inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan biraz uzaklaşmış, dönüşünde boynundaki gerdanlığın düştüğünü fark etmişti. Kayıp eşyasını aramaya çıktığı sırada, onun mahfede olduğu düşünülerek orduya hareket emri verilmişti. Hz. Âişe (rah) geri dönünce konak yerinde kimseyi bulamadı. Bunun üzerine kendisini almaya gelecekleri ümidiyle beklemeye başladı. Ordunun artçısı Safvân b. Muattal (ra), Hz. Âişe’yi (rah) devesine bindirip kafileye yetiştirdi. Bu sefere katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Âişe (rah) aleyhine iftira ve dedikoduya başladı. Bazı Müslümanlar da onun bu çirkin iftirasına alet oldular. Başta Hz. Peygamber (sav) olmak üzere Âişe’nin (rah) ebeveyni dedikodular sebebiyle çok üzüldüler. Bir ay kadar hastalanan Hz. Âişe (rah), kendisine yapılan bu iftirayı çok sonra tesadüfen öğrendi. Hz. Peygamber’den (ra) izin alıp ailesinin evine gidip üzüntüsünden günlerce ağlayıp ıstırap çekti. Nihayet Nûr süresinin 11-21. âyetlerinde Allah Teâlâ yapılan dedikoduların tamamen asılsız olduğunu ve Âişe’ye (rah) iftira edildiğini bildirdi.[6]
“Peygamber’in eşi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden elebaşılık yapana ise büyük azap vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah’ın dünya ve âhirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktür. O’nu işittiğinizde: “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi? Eğer mümin kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder. Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim’dir. Müminler arasından hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezanızı verirdi. Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir”. [7]
Hz. Peygamber (sav) Hicretin 11. yılı Safer ayının (Mayıs 632) son haftasında rahatsızlanınca diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe’nin (rah) odasına geçti ve mübarek başı onun kucağında olduğu halde son nefesini verdi.[8] Allah Rasûlü’nün (sav) naşı onun odasına defnedildi.[9]
On sekiz yaşında dul kalan Hz. Âişe (rah) Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne uyarak bir daha evlenmedi. Hz. Âişe (rah), Hz. Peygamber’den (sav) sonra kırk yedi yıl daha yaşadı, altmış beş (veya atmış altı) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi Medine’de vefat etti. Onun cenaze namazı Ebû Hüreyre (ra) tarafından kıldırılmış, vasiyeti üzerine naşı Bakî mezarlığına defnedilmiştir. Onu kabre erkek ve kız kardeşlerinin çocukları (Kasım b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman, Urve b. Zübeyr ve Abdullah b. Zübeyr) koymuşlardır. [10]
Hz. Âişe (rah) yetişmesini ve şahsiyetinin olgunlaşmasını Peygamber (sav) evinde tamamladı. Allah Rasûlü (sav) onu çok severdi. Hz. Ali (ra) bir hadis rivayetinde ondan “Rasûlüllah’ın sevgilisi” diye söz etmiş, Tâbiînden Mesrûk ise Hz. Âişe’den (rah) rivayet ettiği hadislerin senedinde, “Allah’ın sevgilisinin sevgilisi, semadan inen âyetle temize çıkan” ifadesini kullanmıştır.
Hz. Âişe (rah) ile Hz. Peygamber (sav) arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve hürmet esası üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük yakınlık ve sevgi gösteren Hz. Peygamber (sav) ile koşu yaptığı, onun omzuna dayanarak Mescid-i Nebî’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettiği ve Hz. Peygamber’e (sav) nazlanmaktan çok hoşlandığı bilinmektedir. Hz. Peygamber (sav) de onunla bir arada bulunmaktan, bilhassa gece seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, davetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten pek memnun olurdu. Esasen Hz. Âişe (rah) zekâsı, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’i (sav) en iyi şekilde anlaması gibi mümtaz vasıfları sayesinde Rasûlüllah’ın (sav) yanında müstesna bir mevki kazanmıştı. Hz. Peygamber (sav) onun kabiliyetlerinin gelişmesine yardımı sayesinde baba evindeki eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber (sav) evinde daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti. Bilemediklerini, anlayamadıklarını, eksik ve yanlışlarını, hatta Kur’ân ile Hz. Peygamber’in (sav) hadisleri arasındaki kendi anlayışına göre farklılık arz eden hususları Rasûl-i Ekrem’e (sav) sormak ve onunla müzakere etmek gibi üstün hasletleri vardı.
Hz. Peygamber (sav), hanımları arasında Hz. Hatice’den (rah) sonra en çok onu sevmiş, dünyada en çok kimi sevdiği sorusuna onun adını vermek suretiyle bu sevgisini açıkça dile getirmiştir.[11] Hanımları içinde yalnızca Âişe (rah) ile birlikte bulunduğunda kendisine vahiy geldiğini açıklaması, onun diğer hanımlarından daha itibarlı olduğunu, Hz. Peygamber’in (sav) ona beslediği sevginin ilâhî kaynağa dayandığını göstermektedir.[12] Sahâbîler Hz. Peygamber’e (sav) sunacakları hediyeleri onun odasında bulunduğu günlerde takdim ederlerdi. Hanımları arasında Rasûlülah’ı (sav) en fazla kıskanan ve sevgisini kazanmak için en çok gayret sarf eden de Hz. Âişe (rah) idi.
Hz. Âişe (rah), Hz. Peygamber’e (sav) karşı beslediği derin sevgi yanında, ona itaat ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmezdi. Kanaatkâr, mütevazı, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina gösterir, sonra da evlendirirdi. Onun birçok köle ve cariyesini azat ettiği de bilinmektedir.
Hz. Âişe (rah), Hz. Ebû Bekir (ra) ile Hz. Ömer’in (ra) halîfeliği sırasında her hangi bir siyasî faaliyete iştirak etmedi. Onun her iki halîfe ile münasebeti karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde geçti. Halîfe Hz. Ömer (ra), kadınlarla ilgili fikhî meselelerde daima Hz. Âişe’nin (rah) görüşünü alırdı. Bir suikast sonucu ağır yaralanınca, Hz. Peygamber’in (sav) ayakucuna defnedilmesi için, kızı Hafsa (rah) vasıtasıyla kendisinden izin istedi. Hz. Âişe (rah) kendisi için düşündüğü bu yere “Ömer’i kendime tercih ederim” diyerek onun defnedilmesine izin vermek suretiyle büyük bir feragat ve fedakârlık örneği göstermiştir.
Hz. Âişe (rah) Hz. Osman’ın (ra) on iki yıllık hilâfetinin birinci yarısında ilk iki halîfe dönemindeki siyasetten uzak durma tavrını sürdürdü. Ancak Hz. Osman’ın (ra) bazı karar ve tasarruflarının aleyhinde faaliyetlerin başladığı ikinci devrede halîfeye karşı muhalefet hareketine katıldı. Çeşitli bölgelerden şikâyet için Medine’ye gelenler, ondan halîfeyi bazı tayinlerden vazgeçirmesini istediler. Bunun üzerine halîfenin sütkardeşi Mısır Valisi İbn Ebû Serh ile Kûfe Valisi Velîd b. Ukbe’nin azledilmelerini talep etti. Artık siyasî olaylara müdâhil olmaya başlayan Hz. Âişe (rah), Hz. Osman’ın (ra) evinde muhasara edildiği sırada haccetmek üzere Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitti. Şehirde bulunanlar böyle kritik bir dönemde onun Medine’de kalmasının uygun olacağını söyledilerse de, bu tür talepleri reddetti. Halîfenin şehid edildiğini, yerine Hz. Ali’nin (ra) halîfe olduğunu Medine’ye dönerken yolda Talha (ra) ve Zübeyr’den (ra) öğrendi. Onlar Hz. Ali’ye (ra) istemeyerek biat ettiklerini, fakat daha sonra bu biatten vazgeçtiklerini söylediler. Bunun üzerine Hz. Âişe (rah) yoluna devam etmek yerine onlarla birlikte Mekke’ye döndü.[13]
Hz. Osman’ın (ra) öldürülmesine karşı çıkanlar ile Ümeyyeoğulları’nın bazı mensupları, Hz. Âişe’nin yanında toplanarak halîfenin intikamını almak ve Müslümanlar arasındaki ihtilâflara son vermek üzere Medine veya Şam yerine, Basra’ya gitmeye onu ikna ettiler. Kendisi de etrafına toplananlarla birlikte Hz. Osman’ın (ra) katillerini cezalandırmak düşüncesiyle Basra’ya doğru yola çıktı. Onunla birlikte hareket edenler Basra’ya varınca, Hz. Ali’nin (ra) valisi Osman b. Huneyf’i bertaraf edip şehre hâkim oldular.[14]
Muâviye üzerine yürümek için hazırlık yapmakta olan Hz. Ali (ra), Basra’daki gelişmeleri öğrenince Medine’den Irak’a hareket etti. Hz. Âişe (rah) ile Hz. Ali (ra) arasında çeşitli mektuplaşmalar ve müzakereler gerçekleşmişse de Hicretin 36. yılı Cemâziyelâhir’inde (Aralık 656) Müslümanlar arasındaki ilk kanlı çarpışma engellenemedi. Bu olay, savaşın Hz. Âişe’nin (rah) devesinin etrafından şiddetlenmiş olması sebebiyle Cemel Vak’ası adıyla meşhur oldu. Neticede Hz. Âişe (rah) tarafı savaşı kaybetti. Bununla birlikte Halîfe Hz. Ali (ra) ona esir muamelesi yapılmasına izin vermediği gibi kardeşi Muhammed b. Ebû Bekir’in nezaretinde onu önce Basra’ya, oradan yanına kattığı Basralı kırk kadınla birlikte Medine’ye gönderdi. Fakat Hz. Âişe (rah) o yıl da hacca iştirak etmek istediğinden önce Mekke’ye gidip ardından Medine’ye döndü. [15]
Hz. Osman’ın (ra) halîfeliğinin son yıllarında başlayıp Cemel Vak’ası’yla sona eren siyasî faaliyetleri sebebiyle yaşananlar Hz. Âişe’yi (rah) son derece üzmüştür. Öyle ki, birçok müslümanın ölümüne sebep olan bu acı olayları yaşamaktansa, daha önce ölmeyi tercih ettiğini söylemiştir. Rivayete göre Peygamber hanımlarının evlerinde oturmalarını emreden âyeti (Ahzâb 33/33) her okudukça, baş örtüsü ıslanıncaya kadar ağladığı söylenir. Kendisi Cemel’den sonra Medine’de sakin bir hayat sürmüş, bir daha siyasete karışmamıştır. Ancak Muâviye devrindeki bazı icraatı tenkit etmekten de çekinmemiştir. Hz. Ali (ra) ve taraftarlarına dil uzatmayı reddeden sahâbî Hucr b. Adî’nin (ra) öldürülmesinden dolayı Muâviye’ye çıkışması buna örnek gösterilebilir.[16]
Hz. Âişe (rah), Allah Rasûlü’nün (sav) vefat ettiği zaman kendisi çok genç yaşına rağmen Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünneti en iyi bilen ve muhafaza eden sahâbîlerin başında yer alır.[17] Hem baba evinde, hem Hz. Peygamber’in (sav) himayesinde en iyi şekilde yetişti ve başkalarına nasip olmayan bilgiler edinmiştir. Arap dilini maharetle kullanmasının yanı sıra Arap şiirini de çok iyi bilirdi. Fesâhat ve belâğatıyla da maruf bir hatip olduğu için konuşması insanlara çok tesir ederdi. Babasının vefatı üzerine kabri başında yaptığı dua, Cemel Vak’ası’ndaki hutbesi, ayrıca bazı mektupları onun edebî kabiliyetini gösteren şaheser örneklerdir. Kendisi Arap tarihi, nesep ilmi, câhiliyye çağının içtimaî vaziyeti, örf ve âdetleri hakkında geniş malumat sahibi idi. Şiir ve edebiyat ile tarih ve ensâbı, daha ziyade bu konularda ihtisas derecesinde bilgi sahibi olan babası Hz. Ebû Bekir’den (ra) öğrenmişti. Hz. Peygamber’den (sav) aldığı feyz sayesinde İslâm esaslarının en mümtaz öğreticisi oldu. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetini tefsir etti. Üstelik küçük yaşından itibaren Kur’ân’ı ezberlemeye başlamış, âyetlerin kıraat tarzını iyice öğrenmişti. Sünneti de çok iyi kavramış olan Hz. Âişe (rah), hadislerden yeni hükümler çıkarırdı. Nitekim o, Hz. Peygamber’in (sav) ashâbı arasında, çok sayıda fetva vermesiyle meşhur olan yedi kişiden biri kabul edilir.[18] Öyle ki, Tâbiîn devrinin birçok hukukçusu, yüksek seviyedeki fıkıh bilgisinden faydalanmak üzere kendisiyle ilmî istişarelerde bulunmuştur.
Hz. Âişe (rah), kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber’in (sav) hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler îfâ etti. Onun rivayet ettiği hadislerin sayısı 2210’dur. Bunlardan Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde rivayet ettikleri 297 hadisin 174’ü her iki eserde, elli dördü yalnız Buhârî’de, altmış dokuzu da yalnız Müslim’de yer almaktadır. Hz. Âişe (rah) hem Hz. Peygamber’in (sav) diğer hanımlarından, hem de Ebû Hüreyre (ra), Abdullah b. Ömer (ra) ve Enes b. Mâlik (ra) dışında diğer sahâbîlerden fazla hadis rivayet etmiş olan tek kadındır.[19] Binden fazla hadis rivayet ederek “müksirûn” olarak adlandırılan yedi sahâbînin dördüncüsü kabul edilir. Rivayet ettiği hadislerin çoğunu doğrudan doğruya Hz. Peygamber’den (sav) nakletmiştir. Aktardığı hadislerin muhtevaları incelendiğinde, başta Rasûlüllah’ın (sav) peygamberliği, aile hayatı, günlük yaşayışı, savaşları, Veda Haccı ve vefatı ile ahlâkı olmak üzere, câhiliyye dönemi tarihi, kadınlara dair özel hükümler, Mekke ve Medine devirlerindeki Müslümanların çeşitli faaliyetleri, ibadetler ve ibadetler tarihi, gaybın bilinmesi, kıyamet, ölüm ve âhiret hayatına dair bazı kelâmî mesele ve haberleri ihtiva ettiği görülür.
Hz. Âişe’nin (rah) en belirgin özelliklerinden biri de İslâm dininin esaslarını anlatma hususundaki gayretidir. Öyle ki, Hz. Peygamber’den (sav) sonra onun evi, kadın erkek, büyük küçük birçok kimsenin huzuruna gelip kendisini dinlediği, varsa sorusunu sorup cevabını aldığı bir ilim ve irfan ocağı olmuştur. Onun döneminde ashâbdan bazılarının vefat etmiş olması, birçoğunun da fetihler sebebiyle muhtelif bölgelere dağılması sonucunda Medine’de çok az sahâbî kalmıştı. Hz. Âişe’nin (rah) varlığı sayesinde, “Peygamber şehri Medine” ilim merkezi olma hususiyetini devam ettirmiştir. Şehirde onun yıllarca süren eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda İslâm ilimlerinin temellerinin atılması ve ilmî hareketin gelişmesi yanında, hadis ve fıkıh sahalarında Medine ekolü teşekkül etmiştir. Hz. Âişe (rah) yalnızca şifahî sorularla değil, aynı zamanda muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanların mektupla ilettikleri sorulara da muhatap olmuştur. Hz. Âişe vefatına kadar her yıl hac için Mekke’ye gittiğinde, muhtelif yerlerden gelenlerin kendisini çadırında ziyaret etmelerine ve soru sormalarına izin verirdi. Kendisi Hz. Peygamber (sav) zamanından başlamak üzere kadınların eğitim ve öğretimiyle çok yakından meşgul oldu; çevresinde ders dinleyen ve hadis nakleden birçok kız ve kadın yer aldı. Böylece o hem kendi uygulamaları, hem de yetiştirdiği öğrencileri ile İslâm dünyasında kadınların ilimle meşgul olmaları gerektiğini, hiçbir tereddüde meydan vermeyecek şekilde göstermiş oldu.[20]