Bir baba ve anne iki çocuklarıyla birlikte, okyanusun ortasında ıssız bir adada yaşıyorlardı. Bir gemi kazasında kurtulup orada yaşamaya başlamışlardı. Karınlarını adadaki bitkileri, bir iki çeşit meyveyi, zar zor avladıkları balıkları yiyerek doyuruyorlar ve bir kayanın hem çok soğuk, hem de çok sert ovuğunda yaşıyorlardı. Çocuklar, adaya çıktıkları zamanı hatırlamıyorlardı o zaman çok küçüklerdi. Ekmek, süt, çikolata ve bunlar gibi lezzetli yiyecekleri hiç görmemişlerdi. Yumuşak bir yatak, sıcak bir yorgan da bilmiyorlardı. Bir gün dört adam, dikdörtgen şeklinde dar ve uzun bir kayıkla adaya geldiler. Aile onların geldiklerine sevindi ve adadan kurtulacaklarını sandılar. Fakat o tuhaf kayık hepsini alacak kadar büyük değildi. Her seferinde sadece bir kişi binebilirdi kayığa. İlk başta baba kayığa binmeyi kabul etti. Dört adam onu da alarak kayığa binip gittiler. Anne ve çocukları ağlamaya başladılar fakat baba, “Merak etmeyin gideceğim yer buradan daha iyi olacaktır ve siz de yakında yanıma geleceksiniz” dedi. Bir süre sonra kayık tekrar geldi ve bu sefer anne bindi. Çocuklar yine ağladılar. Fakat o da: “Ağlamayın! Daha güzel bir yerde yine birlikte olacağız” dedi. Bir süre sonra kayık tekrar geri geldi ve bu sefer iki çocuk birlikte bindiler. Önce adamlardan korkuyorlardı fakat karayı görünce korkuları bitti. Anne ve babalarını sahilde gördüklerinde çok sevindiler. Gölgelik bir yerin altında önceden hiç görmedikleri yiyecekleri yiyorlardı. “Buraya gelirken korkmamız ne kadar gereksizmiş. Bu kayıkçılar bizi almaya geldiklerinde hiç üzülmememiz gerekirdi” dediler. “Sevgili çocuklarım” dedi baba. “Harap bir adadan güzel bir memlekete gelmemizin bizim için anlamı çok büyük. Bu dünya kurtulduğumuz o adaya benzer. Ölüm ise geçtiğimiz fırtınalı denizdir. Küçük kayık ise tabut. Ben, anneniz ve siz bir gün gelecek bu dünyayı terkedeceğiz. O zaman hiç korkmayın. Allah’ı seven iyi insanlar için ölüm, harabe bir adadan güzel bir yere gitmek gibidir.”