Ümmü Seleme (Ra)
Hz. Ümmü Seleme ilk Müslümanlardandı. Abdullah bin Abdülesed’le evliydi. Bu bahtiyar aile İslamiyet’i kabul etmekle akrabasının ve diğer müşriklerin akıl almaz işkencelerine maruz kaldılar. Fakat inançlarından zerre kadar taviz vermediler. İşkenceler dayanılmaz bir hâl alınca da Habeşistan’a hicret ettiler. Habeş necâşîsi, kendisine sığınan Muhacirleri iyi karşıladı. Onlardan hiçbir yardımı esirgemedi. Fakat vatanlarından, Peygamberimizden uzakta olmak, diğer Muhacirler gibi Ümmü Seleme’yi ve beyini de çok üzüyordu. Hz. Ümmü Seleme’nin gurbet ellerde dört çocuğu dünyaya geldi. Bunlar Zeyneb, Seleme, Ömer ve Dürre idi. Asıl ismi “Hind” olan Ümmü Seleme, bu künyeyi oğlu Seleme doğduktan sonra aldı. Muhacirler uzun müddet Habeşistan’da kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye döndüler. Fakat yine müşriklerin işkencelerine maruz kaldılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanlara, Medine’ye hicret etmelerini emretti. Ümmü Seleme’nin kocası Ebû Seleme, hanımını ve çocuklarını da yanında götürmek istedi. Oğlu Seleme ve hanımını deveye bindirdi ve Medine’nin yolunu tuttu. Ancak biraz sonra Ümmü Seleme’nin akrabası, Ebû Seleme’nin karşısına dikildiler ve Ümmü Seleme’yi götürmesine müsaade etmeyeceklerini söylediler. Bunun üzerine Ebû Seleme, mahzun bir şekilde yalnız olarak yoluna devam etti. Sonrasını Ümmü Seleme’den dinleyelim: “Akrabam beni Ebû Seleme’den alınca onun yakınları kızdılar ve ‘Madem onlar Ümmü Seleme’yi bizim adamımızdan ayırdılar, biz de oğlumuzu Ümmü Seleme’nin yanında bırakmayız!’ dediler. Oğlum Seleme’yi aralarında çekiştirmeye başladılar. En sonunda onun elini kolunu çıkardılar ve o hâliyle Seleme’yi alıp götürdüler. Bir yıla yakın bir müddet, akşama kadar gözyaşı döktüm! Nihayet bana acıdılar ve ‘İstersen kocanın yanına gidebilirsin.’ dediler. Ebû Seleme’nin akrabası da oğlumu getirip bana verdiler. Daha sonra ben Medine’ye hareket ettim.” Ümmü Seleme uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı ve kocası Ebû Seleme’yi buldu. Artık hasret ve çile sona ermiş, aile fertleri tekrar birbirlerine kavuşmuştu. Ümmü Seleme ile Ebû Seleme, evlilik hayatının müstesna misallerini veriyorlardı. Çok mesuttular. Hattâ Ümmü Seleme, şayet Ebû Seleme kendisinden evvel vefat edecek olursa başka bir erkekle evlenmeyi bile düşünmüyordu. Bir gün bunu muhterem beyine şöyle söyledi: “Cennetlik kocası ölen cennetlik bir kadın, sonradan başkasıyla evlenmezse, muhakkak Allah onu cennette kocasıyla bir araya getirecektir. Aynı şekilde, cennetlik bir hanımı vefat eden cennetlik bir koca da sonradan başka bir kadınla evlenmezse, muhakkak Allah onu da karısıyla bir araya getirecektir. O hâlde, gel seninle sözleşelim: Ne sen benden sonra evlen, ne de ben senden sonra evleneyim.” Ebû Seleme, onun bu teklifini kabul etmedi ve şu karşılıkta bulundu: “Sen benim sözümü dinle! Ben öldükten sonra sen evlen.” Ebû Seleme daha sonra değerli hanımı için şu duayı yaptı: “Allah’ım, Ümmü Seleme’ye benden sonra daha hayırlı ve onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasip et!” Bu konuşmadan kısa bir zaman sonra Ebû Seleme’nin Uhud Savaşı’nda aldığı yarası açıldı. Yatağa düştü. Ümmü Seleme ona hizmet ediyor, bir dediğini iki etmiyordu. Elinden gelen fedakârlığı gösterdi. Ancak Ebû Seleme, hastalığının üzerinden beş ay geçtikten sonra vefat etti. Peygamberimiz bu fedakâr sahabisinin vefat haberini alınca hemen geldi, Ebû Seleme’nin yanına oturdu. Ebû Seleme’nin açık kalan gözlerini kapadı ve “Şüphesiz, ruh çıktığı zaman göz onu takip eder.” buyurdu. O sırada Ebû Seleme’nin yakınlarından bazıları ağlıyorlardı. Peygamber Efendimiz, kadınların ağıt yakmalarını hoş karşılamadı, “Siz kendiniz için ancak iyilik isteyin; çünkü melekler söylediklerinize ‘âmin’ derler.” buyurarak onları ikaz etti. Daha sonra da Ebû Seleme için şu duada bulundu: “Allah’ım, Ebû Seleme’yi affet! Derecesini, hidayete erenler arasında yükselt. Onun arkasında kalanlar için de Sen ona halef ol! Bizi de, onu da affet. Ey Âlemlerin Rabb’i, kabrini genişlet ve orada onun nurunu çoğalt!” Ümmü Seleme, kocasının vefatından sonra dul kaldı. Başka bir erkekle evlenebilmesi için beklemesi gereken müddet (iddet) tamamlanınca birçok sahabi ona evlenme teklifinde bulundu. Fakat o, bunların hiçbirisini kabul etmedi. O “müminlerin annesi” şerefine nail olacaktı. Fakat bunu bilmiyordu. Devamlı olarak Ebû Seleme’nin Peygamber Efendimizden öğrendiği ve kendisine de öğrettiği şu sözleri düşünüyor ve söylüyordu. Peygamberimiz bir defasında şöyle buyurmuştu: “Müslümanlardan herhangi birisi bir musibete uğrar da, ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.’ der, sonra da ‘Allah’ım, bu uğradığım musibetin mükâfatını ihsan et ve beni ondan daha hayırlısına nail et!’ diye dua ederse, muhakkak Allah onun duasını kabul eder.” Ümmü Seleme bir yandan Peygamberimizin tavsiye ettiği duayı tekrarlıyor, bir yandan da “Ebû Seleme’den daha hayırlı kim olabilir?” diye düşünüyordu. Peygamber Efendimiz, Ümmü Seleme gibi mücahide bir hanımın dört çocuğuyla ortada kalmasına ve perişan olmasına gönlü razı olamıyordu. İslamiyet uğrunda bu kadar çile ve ıstırap çeken bu fedakâr sahabisini nikâhı altına almakla mükâfatlandırmak istedi ve dünür göndererek kendisiyle evlenmek istediğini bildirdi. Ümmü Seleme, Resûlullah’ın elçisini görünce, duasının kabul edildiğini anladı. Çok sevinmekle birlikte, çocuklarının Resûlullah’ı rahatsız edeceklerinden korktuğu için müspet cevap vermedi. Nihayet Peygamber Efendimiz kendisi gitti. Ümmü Seleme, Resûlullah’a şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Ben yaşlı bir kadınım. Hem çocuklarım var… Aynı zamanda şiddetli bir şekilde kıskancım!” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun. Bir kadına, kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir. Yetimlerin annesi olduğunu söylüyorsun. Onların geçimleri Allah ve Resûl’üne aittir. ‘Diğer hanımlarınızı kıskanırım!’ diyorsun. Bunu senden gidermesi için Allah’a dua ederim.” karşılığını verdi. Bunun üzerine Ümmü Seleme, Peygamberimizin teklifini kabul etti ve Şevval ayında nikâhlandılar. Nikâh esnasında Peygamber Efendimiz düğün yemeği verdi. Hz. Ümmü Seleme bu düğün yemeğini şöyle tarif eder: “Vefat eden Zeyneb’in [müminlerin annesi] odası bana verildi. Odada bir toprak çanak, çanağın içinde bir parça arpa, bir el değirmeni ve bir de taştan yapılmış çömlek buldum. Çömleğin içinde erimiş hâlde bir miktar yağ gördüm. Arpayı el değirmeninde öğüttüm. Sonra onu çömlekte bulamaç yaptım. Biraz yağ alıp içine koydum, katık yaptım. İşte bu yemek, Resûlullah ile ev halkının düğün yemeği idi...” Hz. Ümmü Seleme’nin, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Resûlullah onu, kendisinin en yakınları ve mübarek neslinin devamına vesile olan Ehl-i Beyt’i arasında sayıyordu. Resûlullah bir gün Hz. Ümmü Seleme’nin yanında bulunurken Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gelmişti. Peygamberimiz onlarla beraber yemek yedi. Sonra da kızı Hz. Fâtıma’yı, damadı Hz. Ali’yi ve torunları Hasan ile Hüseyin’i hırkasının içine alarak “Yâ Rabbi, bunlar benim Ehl-i Beyt’im ve yakınlarımdır; onlardan günahları gider ve onları temizle!” buyurdu. Ümmü Seleme böyle bir fazileti kaçırmak istemedi. “Yâ Resûlallah! Ben de Ehl-i Beyt’tenim.” dedi. Peygamber Efendimiz, “Evet, inşallah.” buyurarak sevgili hanımını taltif etti. Hz. Ümmü Seleme, Peygamberimize yakınlığıyla tanınıyordu. Bu sebeple, Peygamberimizin hanımları Resûlullah’tan bir şey isteyecek olsalar Ümmü Seleme vasıtasıyla isterlerdi. Ümmü Seleme, birçok sahabinin erişemediği bazı ulvi manzaralara da şahit oluyordu. Bir gün Peygamberimizle birlikteyken Cebrâil, sahabilerden Dıhye’nin suretinde idi. Bunun için, geleni Dıhye sandı. Fakat sonradan Peygamber Efendimiz, onun Dıhye değil, Hz. Cebrâil olduğunu söyleyince çok sevindi. Çünkü vahiy meleğini görme bahtiyarlığına ermişti... Peygamberimizin vefatına kadar onunla birlikte yaşayan Hz. Ümmü Seleme, ondan çok şey öğrendi. Bilhassa kadınlarla ilgili mevzularda İslam fıkhını en iyi bilen sahabiler arasında yer aldı.[10] Diğer taraftan Ümmü Seleme, hadis ilmine de çok büyük hizmetlerde bulundu. O, Peygamberimizin hanımları içerisinde hadis rivayeti hususunda Hz. Âişe’den sonra gelir. Ümmü Seleme validemizin rivayet ettiği hadislerden birkaçı şu mealdedir: “Kocası kendisinden razı olduğu hâlde ölen kadın cennete girer.” “Ey kalpleri döndüren Allah! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” Ümmü Seleme validemizin Peygamberimizin mübarek torunlarına büyük bir muhabbeti vardı. Onları gördükçe hep Resûlullah’ın onlara olan muhabbet ve şefkatini hatırlardı. Onları evladı gibi korur, bir zararın gelmemesi için elinden gelen gayreti sarf ederdi. Başlarına en küçük bir şeyin gelmesine tahammül edemezdi. Sahabiler bir gün onun ağladığını gördüler. Sebebini sordular. Ümmü Seleme şu cevabı verdi: “Rüyamda Resûlullah’ı gördüm. Başında, saç ve sakalında topraklar vardı. ‘Ey Allah’ın Resûl’ü, size böyle ne oldu?!’ diye sordum. ‘Biraz önce Hüseyin’i şehit ettiler!’ buyurdu. İşte, bu gördüğüm rüyanın tesiriyle ağlıyorum.” Nitekim bu rüyanın üzerinden çok az bir zaman geçtikten sonra, Hz. Hüseyin’in şehit edildiğini duydu. Baygınlık geçirdi. Hıçkırıklar içerisinde ağladı… Peygamber hanımları içerisinde son vefat eden ve 84 yıl gibi bereketli bir ömür süren Ümmü Seleme, Hicret’in 58. senesinde Medine’de vefat etti. Baki Kabristanı’na defnedildi. Cenaze namazını Ebû Hüreyre kıldırdı.
Allah onlardan razı olsun!
Ümmü Habibe (Ra)
Ebû Süfyân’ın kızı olan Ümmü Habibe’nin asıl adı “Remle” idi. Hz. Muâviye’nin de kız kardeşi oluyordu. Annesi ise, Hz. Osman’ın halası Safiyye bint-i Âs idi.
Hz. Ümmü Habibe ilk Müslümanlardandı. Kocası da, kendisi gibi Müslüman olan Ubeydullah bin Cahş idi. Fakat o sırada henüz babası ve annesi Müslüman değillerdi. Üstelik Ebû Süfyân, müşriklerin reislerindendi. Bu sebeple Hz. Ümmü Habibe dayanılmaz işkencelere maruz bırakıldı. Fakat inancından hiçbir şekilde taviz vermedi. İşkenceler dayanılmaz bir hâl alınca da kocasıyla birlikte ikinci kafileyle Habeşistan’a hicret etti..
Habeş hükümdarı Necâşî, Muhacirleri çok iyi karşıladı. Orada onlara her türlü imkânı sağladı. Bu arada Ümmü Habibe’nin bir kızı dünyaya geldi. Bu yavrucağa “Habibe” ismini taktılar. İşte bundan sonra Remle’ye “Ümmü Habibe” künyesi verildi.
Ümmü Habibe’nin Habeşistan’a hicreti üzerinden çok az bir zaman geçmişti ki, gece rüyasında kocasının yüzünü kapkara bir hâlde değişmiş olarak gördü. Sonrasını kendisi şöyle anlatıyor:
“Kendi kendime, vallahi onun hâli değişecektir, dedim. Kocam sabah olunca bana, ‘Ey Ümmü Habibe! Ben dinleri incelemiş ve Hıristiyanlık’tan daha iyi bir din görmeyip ona yaklaşmıştım. Sonra da nasıl oldu ise Muhammed’in dinine girmişim. Şimdi ise tekrar Hıristiyan oldum!’ dedi. Ona, ‘Vallahi sende hayır yoktur!’ dedim ve hakkında gördüğüm rüyayı söyledim.”
Ümmü Habibe’nin kocası sadece kendisi dininden dönmekle kalmadı, hanımını da Hıristiyan olmaya zorladı. Bu takdirde zengin olacaklarını söyledi. Fakat Ümmü Habibe onun vaatlerine iltifat etmedi. İslamiyet uğrunda babasından, annesinden, memleketinden, akrabasından ayrılmamış mıydı? O hâlde bu yolda kocasından da ayrılabilirdi. Hiç tereddüt etmedi, kocasından ayrıldı. Artık vatanından kilometrelerce uzak, gurbette çocuğuyla birlikte kimsesiz kalmıştı. Çok sıkıntılı günler geçiriyordu.
Peygamber Efendimiz, Ümmü Habibe’nin kocasının İslamiyet’i terk ettiğini, Ümmü Habibe’nin de ondan ayrıldığını duymuştu. İnancı uğrunda bu kadar zorluklara tahammül eden Hz. Ümmü Habibe’yi mükâfatlandırmak istiyordu. Bir kadının kocasından ayrıldıktan sonra beklemesi gerekli müddet olan “iddeti”ni tamamladıktan sonra Habeş Hükümdarı Necâşîye bir elçi gönderdi. Ona hitaben iki tane de mektup yazmıştı. Mektuplardan birincisinde Necâşîyi imana davet ediyor, diğerinde de orada bulunan Ümmü Habibe’yi kendisine nikâhlamasını istiyordu. Ayrıca oradaki Muhacirleri Medine’ye yollamasını rica ediyordu.
Medine’den ayrılan elçi Amr bin Ümeyye, yorucu bir yolculuktan sonra Habeşistan’a erişti. Necâşî onu hemen huzuruna kabul etti. Peygamberimizin gönderdiği mektupları hürmetle okudu. Hidayet nuru yüzünde parlamaya başladı. Zaten başta Hz. Ali’nin kardeşi Câfer bin Ebî Tâlib olmak üzere ülkesine hicret eden Müslümanlardan İslamiyet hakkında bir hayli şey öğrenmişti. Daha sonra beklemeden Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.
Necâşî böylece Peygamberimizin birinci isteğini yerine getirdikten sonra Kâinatın Efendisi’nin diğer arzusunu da yapmak için vakit geçirmeden harekete geçti. Bir hanım hizmetçisini Ümmü Habibe’ye müjdeci olarak gönderdi. Peygamberimizin kendisiyle evlenme teklifinde bulunması Hz. Ümmü Habibe’yi çok sevindirdi. Şimdiye kadar çekmiş olduğu bütün sıkıntılarını unutturdu. Bu güzel haberi getirdiği için kolundaki iki gümüş bileziği, ayağındaki halhalları, hizmetçiye müjde karşılığı olarak verdi.
Akşam olunca Necâşî, ülkesindeki Müslümanları topladı. Biraz sohbetten sonra şöyle bir konuşma yaptı:
“Hamd ve sena Allah’a mahsustur. O, Melik, Kuddüs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz ve Cebbar’dır. Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed de (a.s.m.) Allah’ın kulu ve Resûlüdür. Onun geleceğini Meryem oğlu İsâ da (a.s.) müjdelemişti.”
Necâşî sonra Ümmü Habibe’ye Peygamberimiz adına 400 altın mehir verdi.
Necâşî’den sonra Ümmü Habibe’nin vekili Hâlid bin Sâid de bir konuşma yaptı. Ümmü Habibe’yi Peygamberimize nikâhladığını bildirdi.
Daha sonra Necâşî, davetliler için düğün yemeği verdi. Ümmü Habibe validemiz için birçok çeyiz hazırlattı. Muhacirlerin de yol hazırlıklarını tamamladı. Onları gemilere bindirerek Medine’ye yolladı.
Muhacirler, Medine’ye bir gün bir gece uzaklıkta bulunan Car Limanı’na kadar gemilerle geldiler. Oradan Medine’ye ise develere binerek gittiler. Müşriklerin işkencelerinden kurtulmak için Habeşistan’a hicret eden Müslümanların geri dönmeleri, Medine’de sevinçle karşılandı. Peygamber Efendimiz, Ümmü Habibe’yi bir odaya yerleştirdi.
Ümmü Habibe, Resûlullah’ın her arzusunu hemen yerine getirirdi. Peygamberimize olan sevgisi tarif edilemeyecek kadar büyüktü. Babası ile arasında geçen şu hadise bunun canlı bir misalini teşkil eder:
Müşrikler, Peygamberimizle yaptıkları Hudeybiye Anlaşması’nın bir maddesini tek taraflı olarak ihlal etmişlerdi. Fakat Müslümanlarla savaşa girmeyi de göze alamıyorlardı. Bu sebeple anlaşmayı yenilemek istiyorlardı. Bunun için de Mekke reislerinden olan Ebû Süfyân’ı görevlendirdiler. Ebû Süfyân aynı zamanda Ümmü Habibe’nin babası olduğu için Peygamber Efendimizin kayınpederi oluyordu.
Ebû Süfyân hiç vakit geçirmeden Medine’ye hareket etti. Medine’ye vardığında kızına misafir olmayı ve Peygamberimizle anlaşmasına yardımcı olması için onu aracı yapmayı düşünüyordu. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı. Peygamber Efendimizin evine gitti ve Ümmü Habibe’nin kapısını çaldı. Hz. Ümmü Habibe, istemeye istemeye babasını içeri davet etti. Fakat oturması için bir yer göstermedi. Ebû Süfyân yorgundu, yerde duran mindere oturmak istedi. Fakat Ümmü Habibe buna müsaade etmedi. Çünkü o minder Peygamber Efendimizindi. Babası da olsa müşrik birisinin o mindere oturmasına razı olmadı. Ebû Süfyân, kızının mindere oturmasına müsaade etmeyişinin sebebini anlayamadığından sordu:
“Kızım, anlayamadım. Sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?”
Ümmü Habibe’nin cevabı şu oldu:
“Bu, Resûlullah’ın minderidir. Sen ise müşriksin. Senin gibi birisinin Resûlullah’ın minderine oturmasına gönlüm razı olmaz!”
Ebû Süfyân hiç beklemediği bu cevap karşısında çok kızdı:
“Vallahi kızım, sen yanımdan ayrıldıktan sonra değişmişsin, sana kötülük isabet etmiş!” dedi.
Müslüman olmayan birisi, sahabilerin Peygamberimize olan muhabbetinin büyüklüğünü anlayamazdı.
Hz. Ümmü Habibe, babasının bu sözlerine şu karşılığı verdi:
“Hayır, Allah bana kötülüğü değil, İslamiyet’i nasip etti. Sen ise işitmeyen, görmeyen, taştan yontulmuş putlara tapmaya devam ediyorsun. Babacığım! Senin gibi, Kureyşlilerin büyüğü olan birisi nasıl olur da İslamiyet’ten uzak kalır?!”
Kızının daha da ileri giderek kendisini İslam’a davet etmesi Ebû Süfyân’ı iyice kızdırdı:
“Yazıklar olsun sana!” dedi, “Senden bu sözleri de mi işitecektim?! Ben atalarımın tapındıklarını bırakıp Muhammed’in dinine gireceğim, öyle mi?!” dedi ve öfkeyle oradan ayrıldı.(Ebû Süfyân hidayet nuruna ancak Mekke’nin Fethi sırasında kavuştu. Geç kalışından dolayı çok pişmanlık duyardı.)
Peygamber Efendimizle beraber geçirdiği üç yıl içerisinde ona muhabbet gösteren ve bir dediğini iki etmeyen Ümmü Habibe validemiz, Peygamberimizden bazı hadisler de rivayet etmiştir. Bunlardan bir tanesi şu mealdedir:
“Ümmetime meşakkat verme endişesi olmasaydı, her namaz vaktinde misvak kullanmalarını emrederdim!”
Hicret’in 44. yılında, kardeşi Muâviye’nin hilafeti zamanında vefat eden Hz. Ümmü Habibe, ölüm hastalığına yakalandığında Hz. Âişe ve Ümmü Seleme’yle helalleşti, “Aramızda bazı şeylerin olması normaldir. Eğer bizim de aramızda bir şeyler olmuş ise Allah sizi bağışlasın ve benim hiçbir hakkımı sizden sormasın!” dedi. Onlar “Bizim haklarımızı da Allah senden sormasın!” deyince çok sevindi.
Allah onlardan razı olsun!
Hz. Safiyye (Ra)
Hayber’in fethinden sonra esir alınanlar içerisinde Hz. Safiyye de (asıl ismi Zeyneb) bulunuyordu. Hz. Safiyye, Yahudi kabilelerinden Benî Nadîr’in reisi Huyey bin Ahtab’ın kızı idi. Hz. Harûn’un neslindendi. Hayber Yahudilerinin reislerinden Rebî bin Hukayk’ın oğlu Kinâne ile evliydi. Hayber Savaşı’nda kocası öldürülmüştü.
Mücahitler Medine’ye dönerken, Peygamberimiz, Hz. Bilâl’den, Safiyye’yi getirmesini istedi. Yanına geldiğinde de ona İslamiyet’i anlattı ve teklifte bulundu: “Eğer Müslüman olursan seni kendime zevce olarak alacağım. Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni serbest bırakırım. Sen de gider, kavmine kavuşursun.”
Hz. Safiyye, Peygamberimizin hanımı olacağını rüyasında görmüştü. Böyle bir teklifi bekliyordu. Hiç tereddüt etmeden tercihini yaptı ve şöyle dedi:
“Yâ Resûlallah! Siz beni İslamiyet’e davet etmeden önce, konak yerine geldiğimde Müslümanlığı arzulamış ve sizi tasdik etmiştim. Yahudilerle benim hiçbir ilgim kalmadığı gibi, artık onlara ihtiyacım da yoktur. Hayber’de artık ne babam ne de kardeşim vardır. Siz beni küfür ile İslam’dan birini seçmekte serbest bırakıyorsunuz. Allah ve Allah’ın Resûl’ü bana, serbest bırakılmamdan ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir.”
Onun bu sözlerinden çok memnun olan Sevgili Peygamberimiz, Hz. Safiyye’yi azat etti ve onu mübarek hanımları arasına alarak şereflendirdi.
Hz. Safiyye’nin yüzünde bir darbe çürüğü vardı. Peygamberimiz onu gördü ve “Bu nedir?” diye sordu. Hz. Safiyye şu cevabı verdi:
“Kinâne ile evlendiğim ilk gece bir rüya gördüm. Medine tarafından bir ay gelip kucağıma düştü. Bunu Kinâne’ye anlattığımda kızdı, ‘Sen Hicaz hükümdarı Muhammed’e varmak istiyorsun!’ dedi ve yüzüme bir tokat vurdu! İşte bu, o tokadın izidir.”
Safiyye validemiz tok gözlü bir kadındı. Medine’ye geldiği zaman bütün mücevherlerini Hz. Fâtıma’ya ve Peygamberimizin diğer hanımlarına hediye etti.”
Hz. Safiyye, Peygamberimizi çok sever, ondan ayrılmak istemezdi. Bir gün Peygamber Efendimiz mescitte itikafta iken ziyarete gitti. Bir saat kadar yanında kaldıktan sonra eve dönmek istedi. Resûlullah onu götürmek için ayağa kalktı. Ümmü Seleme validemizin odası önündeki mescit kapısına geldiğinde Ensar’dan iki zat ile karşılaştı. Onlar Peygamberimize selam verdiler ve aceleyle oradan uzaklaşmaya çalıştılar. Peygamber Efendimiz, onların kendisi hakkında suizan etmeyeceklerini biliyordu. Fakat şeytanın kalplerine bir şüphe atma ihtimalini düşünerek peşlerinden seslendi: “Acele etmeyin, durun. Yanımdaki kadın, Safiyye bint-i Huyey’dir.”
Sahabiler, “Biz Cenâb-ı Hakk’ı tenzih ederiz.” dediler. Peygamberimizin, onların suizan etmelerinden korkarak yanındaki kadının kim olduğunu açıklaması kendilerine ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah, onların şahsında bütün ümmetini şöyle ikaz etti:
“Şeytan, insanın vücudunda dolaşan kan mesabesindedir. Ben haklı olarak, gönüllerinize şeytanın bir şüphe atmasından korktum!”
Hz. Safiyye, Peygamberimizin hastalanmasına, onun bir yerinin ağrımasına tahammül edemez, o acıları kendisinin çekmesini arzu ederdi. Peygamber Efendimiz hastalandığında müminlerin anneleri etrafını sardı. Safiyye validemizin gözü yaşlı idi. Bütün samimiyetiyle şöyle dedi:
“Yâ Nebiyallah! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim!...”
Safiyye validemiz, Hicret’in 52. yılında Hz. Muâviye’nin hilafeti zamanında vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
Hz. Hafsa (Ra)
Hz. Hafsa, Hz. Ömer’in kızıdır. Peygamberimiz risaletle vazifelendirilmeden evvel Mekke’de doğdu. İlk defa Huneys bin Huzâfe ile evlendi. İlk Müslümanların safında yer alan bu bahtiyar karı-koca, müşriklerin dayanılmaz işkencelerine maruz kaldılar. Birlikte Medine’ye hicret ettiler. Hz. Huneys, Bedir Savaşı’na iştirak etti. Müşriklerle kahramanca savaştı. Bu savaşta aldığı yaradan kurtulamadı. Medine’ye dönüldüğü sırada vefat etti. Böylece Hz. Hafsa genç yaşta dul kaldı.
Sevgili kızının dul olarak hayatına devam etmesine Hz. Ömer’in gönlü razı olmadı. Düşündü taşındı, onu Hz. Osman’a nikâhlamaya karar verdi. Çünkü Peygamber Efendimizin sevgili kızı Hz. Rukiyye vefat ettiğinden Hz. Osman da dul kalmıştı. Hz. Ömer hiç vakit geçirmeden Hz. Osman’a gitti. Hz. Osman üzgündü. Hz. Ömer onu teselli etti ve “Yâ Osman! İstersen Hafsa’yı sana nikâhlayayım.” dedi. Hz. Osman hemen cevap vermedi. Biraz düşünmek için müsaade istedi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra da, “Şu günlerde evlenmek istemiyorum.” diyerek Hz. Ömer’den özür diledi.
Hz. Osman’dan bu cevabı alan Hz. Ömer doğruca Hz. Ebû Bekir’e gitti. Aynı teklifi ona da yaptı. Hz. Ebû Bekir sustu, hiçbir cevap vermedi. Hz. Ömer onun cevap vermeyişine çok üzüldü. Hz. Osman hiç olmazsa cevap vermiş ve özür dilemişti. Üzüntülü bir şekilde Peygamber Efendimizin huzuruna girdi. Ve “Yâ Resûlallah! Ben Osman’a şaşıyorum; Hafsa’yı ona teklif ettim de yanaşmadı!” dedi. Büyük sahabisinin ve yardımcısının böyle üzülmesine Peygamber Efendimizin gönlü razı olmadı. Ona çok sevineceği bir müjde verdi, “Yâ Ömer, ben sana Osman’dan daha hayırlı bir damat, Osman’a da senden daha hayırlı bir kayınpeder söyleyeyim mi?” buyurdu. Hz. Ömer şaşırmıştı. Hz. Osman’dan hayırlı damat kim olabilirdi? Hemen, “Buyur, söyle yâ Resûlallah!” dedi. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
“Sen kızın Hafsa’yı bana nikâhlarsın. Ben de kızım Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikâhlarım. Çünkü Allah, Osman’ı senin kızından daha hayırlısına, senin kızını da Osman’dan daha hayırlısına nikâhladı.”
Hz. Ömer bu müjdeye çok sevindi. Hemen hazırlıklar tamamlandı ve Peygamber Efendimiz, Hz. Hafsa ile Hicret’in 3. yılında Şaban ayında nikâhlandılar.
Böylece Resûlullah, Hz. Âişe’yi nikâhlamakla en büyük yardımcısı olan Hz. Ebû Bekir’i taltif ettiği gibi, Hz. Hafsayı nikâhlamakla da Hz. Ömer’i taltif etmiş oldu. Bu büyük sahabileriyle din bağını, akrabalık bağlarıyla pekiştiriyordu. Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Ömer’in teklifine karşı sükût etmesinin sebebi, Peygamber Efendimizin Hafsa ile evleneceğini bilmesiydi. Resûlullah’ın sırrını söylemek istemiyordu. Nitekim nikâh tamamlandıktan sonra Hz. Ömer’e, “Senin teklifine müspet cevap vermemem için hiçbir sebep yoktu. Ancak Resûlullah, Hafsa ile evlenmek istediğini bana söylediği için, onun sırrını açıklamak istemedim. Şayet Resûlullah, Hafsa hakkındaki düşüncesinden vazgeçseydi, onu muhakkak ben kabul ederdim.” dedi ve ondan özür diledi.
Hz. Hafsa’nın hayatı da Peygamberimizin diğer hanımları gibi fakirlik içerisinde geçti. Yatak olarak kullandığı tek bir yorganı vardı. Yazın onu altına serer, kışın da bir tarafını altına serer, bir tarafını da üstüne örterdi. Hz. Hafsa çoğu zaman yemeğin yanında ekmek bulamazdı. Buna rağmen içinde bulunduğu durumdan şikâyette bulunmadı. Cenâb-ı Hakk’a şükretti
Bir defasında bir tulum bal hediye etmişlerdi. Hz. Hafsa her sabah Resûlullah kendisine uğradığında o baldan şerbet yapar, Peygamberimize ikram ederdi.Hz. Hafsa ibadete çok düşkündü. Çok namaz kılar, çok nafile oruç tutardı.Başkalarının kendisine hediye ettiği şeylerden kendi yemez, Peygamber Efendimize ikramda bulunurdu; onu kendi nefsine tercih ederdi.
Hz. Hafsa, Peygamber Efendimizin vefatından sonra mühim hizmetlerde bulundu. Mesela bunlardan birisi, Kur’ân-ı Kerim nüshasını muhafaza etmekle vazifelendirilmesiydi. O bu vazifeyi hakkıyla ifa etti.
Hz. Hafsa, Peygamber Efendimizin mübarek sözlerinin bize kadar ulaşması hizmetinde de bulundu. 60 hadis rivayet etti. Çeşitli hadis kitaplarında yer alan bu hadislerden birisi şu mealdedir:
Resûlullah yatağına girdiğinde sağ elini sol elinin üzerine koyar ve şöyle dua ederdi:
“Yâ Rabbi! Kullarını dirilttiğin gün beni azabından koru!”
Bunu üç defa tekrar ederdi.
“Müminlerin annesi” olma şerefine nail olan Hz. Hafsa validemiz, Hicret’in 45. yılında Hz. Muâviye’nin hilafeti zamanında 60 yaşındayken vefat etti.
Allah ondan razı olsun!