Talha Bin Ubeydullah (R.A.)
Kahramanlığı ve eşsiz faziletleriyle Allah ve Resûl’ünün sayısız iltifatlarına mazhar olan, bilhassa Uhud Savaşı’ndaki kahramanlığıyla asırlar boyu hayranlıkla yâd edilen Hz. Talha bin Ubeydullah, Resûlullah’ın en yakın Ashâbından, Dört Halife devrinin önde gelen şahsiyetlerinden, bu devir şûra meclislerinin mümtaz ve değişmeyen âzalarından biridir. Bütün hayatını Allah ve Resûl’ü uğrunda vakfeden mümtaz bir sahabidir. Peygamberimiz (a.s.m.) onu bu fâni âlemde ebedî saadetle müjdelemiş, böylece “Aşere-i Mübeşşere” olarak bilinen bahtiyarların arasına katılmıştır.
Hz. Talha’nın Müslüman oluşu bir seyahat sonrasına rastlar. Ticaret için gittiği Basra’da bir rahipten “Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberlik ilan ettiği” haberini aldı. Mekke’ye döner dönmez de bu haberi araştırdı. İlk Müslüman Hz. Ebû Bekir’le görüştü. Onun vasıtasıyla Resûlullah’ın huzuruna çıktı. Ve ilk görüşmede hidayet nuru kalbine doluverdi. Müslümanların safına katıldı
Bu andan itibaren müşriklerin eza ve baskıları başladı. Hattâ müşrik kardeşi, ona baskı yapanların başında geliyordu. Günlerce aç ve susuz bırakıldı. Elleri boynuna bağlı olarak dolaştırıldı. Çeşitli hakaretlere maruz kaldı… Fakat imanından aldığı güçle bütün bu sıkıntıları sabırla göğüsledi, inancından taviz vermedi.
Hz. Talha (r.a.), Medine’ye hicret ettikten sonra Peygamberimiz onunla Ubey bin Kâb (r.a.) arasında kardeşlik tesis etti.
Hz. Talha, Bedir Savaşı’na katılmadı. Sebebi de Peygamberimizin Sâid bin Zeyd (r.a.) ile onu, Ebû Süfyân kumandasındaki müşrik kervanı hakkında bilgi toplamak üzere gönderilmiş olmasıydı. Vazifesi sebebiyle bu harbe katılamamakla beraber, Peygamberimiz (a.s.m.), Bedir ganimetinden ona da hisse verdi.
Hz. Talha’nın Uhud Savaşı’ndaki kahramanlığı dillere destandı. Müşriklerin Allah Resûlü’nü öldürmek için bütün kuvvetleriyle hücuma geçtikleri bir sırada, Peygamberimizin etrafında etten ve kemikten bir set meydana getirerek, insanüstü gayret gösterenlerin birisi de oydu. Ölmek, fakat Resûlullah’ın yanından ayrılmamak üzere biat etmişti. Bir ara müşrikler iyice yüklenmişlerdi. Resûlullah (a.s.m.):
“Bunlara kim karşı koyar?” buyurdu. Hz. Talha:
“Ben!” dedi.
Fakat Peygamberimiz ona müsaade etmedi. Ensar’dan biri çıktı, çarpışa çarpışa şehit oldu. Bir grup daha çıktı. Resûlullah aynı soruyu yine sordu. Hz. Talha:
“Ben, yâ Resûlallah!” dedi.
Peygamberimiz yine müsaade etmedi. Ensar’dan biri daha çıktı ve çarpışa çarpışa o da şehit oldu. Üçüncüsünde Peygamberimiz, kendisine müsaade etti. Hz. Talha kahramanca çarpıştı ve müşrik güruhunu dağıttı.
Harbin en dehşetli ânında Peygamberimiz, Hz. Talha’ya:
“Bana kendini feda eder, vücudunu siper yapar mısın?” buyurdu. Hz. Talha:
“Yâ Resûlallah, vücudum yolunuza feda olsun!” cevabını verdi ve bu sözünde sadakatle durdu.
Keskin nişancı Mâlik bin Züheyr’in attığı bir okun Peygamberimize isabet edeceğini anlayınca hiç tereddüt etmeden hemen elini karşı koydu. Ok parmağını delip geçti. Ama vücudunu Resûlullah’a feda eden bir kahraman için bunun ne ehemmiyeti vardı?!
Hz. Talha birçok yerinden yaralandığı hâlde bir an olsun Resûlullah’ı yalnız bırakmadı. Fakat aşırı kan kaybından bir ara bayılmıştı. Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir’e, onunla ilgilenmesini söyledi. Hz. Ebû Bekir yüzüne su serpince ayıldı. Peygamber âşığının ilk sorusu:
“Resûlullah ne yapıyor?” oldu. Hz. Ebû Bekir;
“Allah’a bin şükür, çok iyidir. Beni sana o gönderdi.” deyince, Ebû Talha (r.a.) büyük bir teslimiyet içerisinde:
“Allah’a şükürler olsun. Peygamber’im sağ olduktan sonra, bütün musibetler hafif gelir bana!” dedi. Sonra Resûlullah’ın yanına geldi. Peygamberimiz:
“Allah’ım, ona şifa ve kuvvet ver!” diye dua etti. Hz. Talha bu duanın bereketiyle hiçbir şey olmamış gibi çarpışmaya devam etti. Hz. Talha, daha sonra, Peygamberimizi omuzuna alarak yüksekçe bir yere çıkardı.
Talha (r.a.), Uhud’da 75 yerinden yaralanmıştı. Onun gösterdiği fedakârlık ve kahramanlık sebebiyle Peygamberimiz ona, “Talhatü’l-Hayr [Hayırlı Talha]” lakabını taktı. Ayrıca, “Cennet, Talha’ya vacip oldu. Talha, cennete girecek bir iş yaptı.” buyurdu.
Hz. Talha, kendisini son derece mutlu eden bir hadiseyi şöyle anlatır:
“Sahabilerden bir zat, bir gün Resûlullah’a ‘Müminler içerisinde öyleleri vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi canlarını feda etti, kimi de bu şerefi beklemekteler.’ âyet-i kerimesindeki ‘şehit olmayı bekleyenler’in kimler olduğunu sorar.
“Fakat Peygamberimiz cevap vermez. Sahabi sualini üç defa tekrarlar, fakat yine cevap vermez. O sırada ben, üzerimde yeşil bir elbise olduğu hâlde mescide girdim. Resûlullah beni görünce, ‘Sual soran nerede?’ diye buyurdu. Sahabi, ‘Buradayım, yâ Resûlallah!’ deyince, beni göstererek, ‘İşte bu, şehit olmayı bekleyenlerdendir.’ buyurdu.”
Ebû Talha (r.a.), Hendek Savaşı’na, Mekke’nin Fethi’ne, Huneyn ve Tebük Savaşlarına ve Peygamberimizin katıldığı bütün seferlere katıldı.
Hz. Talha varlıklı bir insandı. Ticaretle meşgul olurdu, ama Hicret’ten sonra ziraatle de uğraştı. Bununla beraber yiyip içmesi, giyinip kuşanması son derece sade ve mütevaziydi. Kılıcıyla olduğu kadar, malıyla da cihat ederdi. Tebük Seferi öncesinde, hazırlanan orduyu teçhiz kampanyasına diğer müminler gibi, büyük bir şevkle sarıldı. Servetinin büyük bir kısmını, cihat ordusuna sarf etmesi için Resûlullah’a getirdi ve:
“Bunlar size Talha’nın küçük bir hediyesidir.” dedi.
Peygamberimiz onun bu cömertliği karşısında çok sevindi:
“Ey Talha, sen çok feyizli ve cömertsin.” diyerek ona iltifat etti.
Bir defasında da Hz. Talha, cihada çıkan müminlerin susuz kalmamaları için bir kuyuyu satın alarak onlara vakfetti. Huneyn Savaşı’nda gösterdiği kahramanlık ve cömertlik sebebiyle Resûlullah (a.s.m.) “Talhatü’l-Cûd [Cömert Talha]” lakabını verdi.
Hz. Talha misafirper bir insandı. Bir gün yeni Müslüman olmuş iki kişi, misafiri oldu. İçlerinden birisi diğerine nispeten daha gayretliydi. Bu zat bir müddet sonra bir savaşta şehit oldu. Diğeri ise bir yıl sonra vefat etti. Bir müddet sonra Hz. Talha bu zatları rüyasında gördü. İkisi de cennete girmek için kapıda izin bekliyorlardı. Öncelik, sonra vefat edene verildi.
Sabah olunca Hz. Talha geldi, rüyasını Peygamberimize anlattı. Mecliste hazır olan sahabiler hayret ettiler. Resûl-i Ekrem’den bu işin hikmetini sordular. Peygamberimiz, onların sorusuna bir soruyla cevap vererek sözlerine başladı:
“Sonradan vefat eden, öncekinden bir sene daha fazla yaşamadı mı?” Sahabiler:
“Evet, yâ Resûlallah.” dediler.
Sohbet daha sonra şöyle cereyan etti:
“Bu zat, Ramazan ayını idrak ederek orucunu tutmadı mı?”
“Evet.”
“Bu adam, bir sene daha fazla ibadet etmedi mi?”
“Evet.”
Peygamberimiz, diğer amellerini de sorup sahabilerden “evet” cevabını alınca şöyle buyurdu:
“O hâlde ikisinin arasındaki fark, yerle gök arasındaki mesafe gibidir.” buyurdu.
Hz. Talha güler yüzlü bir insandı. Güleryüzlülüğünü evinde daha da hissettirirdi. Kendisinden bir şey isteyeni boş çevirmez, istenileni imkânı nispetinde verirdi. En küçük bir iyiliği dahi küçük görmez, her seferinde teşekkür ederdi.
Veda Haccı’na da katılan Hz. Talha, Peygamberimizin irtihâline çok üzüldü. O kadar üzülmüştü ki, diğer sahabiler Resûlullah’tan sonra halifenin kim olacağını müzakere ederken o bir köşeye çekilmiş, hazin hazin ağlıyordu...
Hz. Ebû Bekir’e biat ederek halifeliğini kabul eden Hz. Talha, onun vefatına kadar müşavere heyetinde vazife yaptı. Müslümanlar birçok meselede kendisine müracaat ediyordu.
Aradan iki sene geçmişti. Hz. Ebû Bekir hastalandı, “kendisinden sonra yerine halife olarak kimin geçeceği” hususunda sahabilerin ileri gelenlerinin fikrini almaya başladı. Meseleyi Hz. Talha’ya açınca, Hz. Talha, halifeliğe Hz. Ömer’i layık gördüğünü söyleyerek fikrini şöyle açıkladı:
“Bu makama asıl layık olan, Ömer’dir. Cenâb-ı Hak sana Müslümanların işini kime emanet ettiğini sorduğu zaman vicdan rahatlığı içinde ‘Hz. Ömer’e bıraktım.’ diyebilirsin.”
Hz. Ömer’in hilafeti zamanında da şûra heyetindeki vazifesine devam etti. Meşverete getirilen meseleler hakkında isabetli fikirler serdederek görüş beyan etti.
Mesela fethedilen arazinin mücahitler arasında taksimi meselesi görüşüldüğü zaman, Hz. Ömer taksime muhalefet etti. Çünkü arazi yalnız onu fetheden mücahitlere ait değildi, gelecek nesillerin de mülküydü. Hz. Talha bu meselede Hz. Ömer’in fikrini destekledi ve heyette bu fikir kabul edildi.
Hz. Ömer’in, vefatından önce gösterdiği halife adayları arasında Hz. Talha da vardı. Ama o, adaylıktan feragat ederek Hz. Osman’a rey verdi. Münafıkların yürüttüğü ifsat faaliyetleri karşısında hep Hz. Osman’a destek oldu. Ama hadiseler öyle gelişiyordu ki, artık gelişmelere engel olacak bir imkân kalmamıştı. Nitekim kaderin sırlarıyla iç içe cereyan eden hadiseler, Hz. Talha’nın hayatının son devrelerini bütünüyle doldurdu. Vefatı da münafıkların eliyle oldu. Hicret’in 34. senesinde şehadet mertebesine erip Rabb’ine kavuştuğu sırada, 64 yıllık şeref ve haysiyet dolu bir ömrün sahibi idi.
Hz. Ali bu bahtiyar sahabinin öldürülmesine çok üzüldü. Naaşının yanına geldi ve şöyle konuştu:
“Ey Talha! Yıldız dolu bu semanın altında seni toprağa serili görmek bana çok ağır geldi. Keşke ben 20 yıl evvel ölseydim de bu günü görmeseydim!” dedi.
Allah onlardan razı olsun!
Kaynak
Sahabeler Ansiklopedisi
Sa’d Bin Zeyd (ra)
Hayattayken Cennetle müjdelenen on sahabiden biri. Babasi Zeyd b. Amr olup, nesebi Ka’b da Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Künyesi Ebul-A’ver’dir. Ebu Tür olarak da çagrilirdi (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 387). Annesi Fatima binti Ba’ce’dir. Babasi Zeyd, Mekke müsriklerinin dinlerini akil disi bularak cansiz putlara tapinmanin anlamsizligi karsisinda gerçek dine ulasmak için arastirma yapmaya baslamis ve bunun için Suriye taraflarina giderek yahudi ve hristiyan âlimleriyle görüsmelerde bulunmustu. Ancak onlarin verdikleri dini bilgiler Zeyd’i tatmin etmemisti. Zeyd’in bu durumunu gören bir papaz ona, sirkten ve hurâfelerden uzak, Hz. 0brahim (a.s)’in dini olan Haniflige tabi olmasini tavsiye etmisti. Zeyd, Hanifligin ne oldugunu ögrendigi zaman aradigi dini buldugunu anlamis ve Mekke’ye dönmüstü. O, Kâbe’ye yönelerek Ibâd et eder, Mekke’de 0brahim’in dini üzere bulunan tek kimse oldugunu Kureys müsriklerine karsi iftihar ederek söyler ve onlarin putlar adina kurban kesmelerini ayiplardi. Zeyd, Ismail (a.s)’in neslinden bir peygamberin gelecegini ögrenmisti. Arkadasi Amr b. Rabî’a'ya kendisinin bu peygambere kavusamayacagini zannettigini, eger ona ulasirsa kendi selamini ona iletmesini söylemisti (Ibn Sa’d, Tabakâtül-Kübra, Beyrut (t.y), III, 379). Zeyd, Rasûlüllah (s.a.s)’in Peygamberlikle görevlendirIlmesinden önce vefat etti.
Said, babasi Zeyd’in kendisine telkin ettigi hanif dininin bilincinde olarak yetismisti. Rasûlüllah (s.a.s), Islâm dinini teblige basladigi zaman, onun çagirdigi dinin babasinin söyledigi prensiplerle ayni oldugunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o, Rasûlüllah (s.a.s)’in az sayidaki ashabiyla Erkam’in evinde gizlice toplanmaya baslamasindan önce iman etmistir. Dogum tarihi kaynaklarda zikredIlmemektedir. Ancak, onun Hicri 50 veya 51 yilinda öldügü zaman yetmis yasini asmis oldugu (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 389) gözönünde bulundurulursa Hicretten yirmi bes yil önce dogmus olabilecegi söylenebilir. Said (r.a); Hz. Ömer’in kizkardesi Fatima ile evli idi. Hz. Ömer (r.a) da Said’in kizkardesi Atîke ile evli bulunmaktaydi (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 387). Hz. Ömer, onlarin yeni dine girdiklerini ögrendigi zaman son derece kizmis ve yaptiklarinin hesabini sormak için hemen evlerine gitmisti. Ancak olay Ömer (r.a)’in iman etmesi sonucunu doguracak bir sekilde gelismisti (bk. Ömer Ibn et-Hattab mad.).
Medine’ye hicret edildigi zaman Said, Rifaa b. Abdul-Munzir (r.a)’in evinde mIsafir olmustur. Muâhât olayinda bir rivayete göre Ebu Lübabe baska bir rivayete göre de Rafi’ b. Malik ile kardes ilan edIlmisti (Ibn Sad, III, 382). Ibnül-Esîr ise, Ubey b. Ka’b ile kardes ilan edildigini kaydetmektedir (Üsdül-Gabe, II, 387).
Saîd b. Zeyd, Bedir savasi hariç, Uhud, Hendek ve Rasûlullah (s.a.s)’in diger bütün savaslarina katIlmistir.
Rasûlüllah (s.a.s), Said ile Talha b. Ubeydullah (r.a)’i, Suriye taraflarina giden Kureys kervaninin dönüsü hakkinda bilgi toplamak ve bu bilgileri hizli bir sekilde Medine’ye ulastirmakla görevlendirdi. Böylece, Ebu Süfyan’in baskanligindaki bu kervan Suriye dönüsünde yakalanabilecekti. Said, Talha ile birlikte el-Havra denilen yere kadar gitmis ve kervanin dönüsünü beklemeye baslamisti. Ancak onlarin bu kervanin dönüsü hakkindaki haberi Medine’ye ulastirmadan önce Rasûlüllah (s.a.s) baska kaynaklardan gerekli bilgileri almis ve Medine’den Ensar ve Muhacirlerden olusan ordusuyla yola çikmisti. Onlar Medine’ye Bedir savasinin vuku buldugu gün ulasabildiler. Rasûlüllah (s.a.s)’in, kervanin yolunu kesmek için Medine’den ayrIlmis oldugunu gören Said ve Talha derhal ona katIlmak için Bedir’e dogru yola çiktilar. Onlar Turban denilen yere geldikleri zaman Bedir’den dönmekte olan Rasûlüllah (s.a.s)’le karsilastilar. Bedir savasina fiilen istirak edememis olmalarina ragmen Rasûlüllah (s.a.s) onlari savasa katIlmis sayarak ganimetten diger mücahitler gibi pay vermisti (Ibn Sa’d, III, 382-383). Said (r.a), Hz. Ömer zamaninda Suriye bölgesinde sürdürülen askerî harekâtlara katIlmis; Dimask muhasarasi ve Yermuk savasinda bulunmustur (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 388; Ibn ül-0mad el-Hanbelî, Sezerâtu’z-Zeheb, Beyrut (t.y), I, 57).
Said (r.a), ömrünün son günlerini, Medine’nin disinda bulunan Akik vadisindeki çiftliginde geçirdi ve burada yetmis yasini geçmis oldugu halde Hicrî 50 veya 51 yilinda vefat etti. Abdullah Ibn Ömer onun öldügünü ögrendigi zaman dogruca Akik vadisindeki evine gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said (r.a)’in cenazesi Medine’ye tasindi ve Sa’d b. Ebi Vakkas tarafindan yikandi. Medine’de defnedilen Said (r.a)’in cenaze namazini Ibn Ömer kildirdi ve onu mezara Sa’d b. Ebi Vakkas ile birlikte indirdi (Ibn Sa’d, III, 384; Ibnül-Esir, II, 389). Onun Medine’de vefat etmis oldugu kesin olarak bilinmekle beraber, Küfeliler, Muaviye döneminde Kufe’de vefat ettigini ve cenazesinin Küfe valisi olan Mugîre b. Su’be tarafindan kildirildigini iddia etmislerdir (Ibn Sa’d, III, 381).
Said (r.a), Hz. Osman (r.a)’in sehid edIlmesiyle baslayan fitne olaylarina sahid olmustur. O, ümmetin içine sürüklendigi fitne belasindan ve kendini bIlmez bazi kimselerin ileri gelen ashabdan bazilarina dil uzatmalarimdan asiri derecede izdirap duymustur. Said (r.a), bir gün Küfe camiine gitmis, orada Muaviye’nin Küfe valisi Mugîre b. Su’be’yi, etrafinda Kûfelilerden bir takim Insanlarla otururken görmüstü. Mugîre ona saygi göstererek yanina oturtmustu. O esnada bir adam birilerini kastederek kötü sözler sarfetti. Said, Mugîre’ye; “Bu adam kime küfrediyor” diye sordugu zaman; “Ali b. Ebi Talib’e” cevabini alinca son derece üzüldü ve Mugîre’ye; “Mugîre, Mugîre! Rasûlüllah (s.a.s)’in Ashabi senin önünde sövülüyor ve sen buna susuyor ve bir harekette bulunmuyorsun öyle mi? Ben Rasûlüllah (s.a.s)’i; “Ebu Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Ali Cennettedir, Osman Cennettedir, Talha Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman b. Avf Cennettedir. Sa’d b. Ebi Vakkas Cennettedir” derken duydum dedi ve sunu ekledi; “Bunlarin dokuzuncusunu da gerekirse sayarim”. Ertesi gün Küfeliler etrafini sarmis ve dokuzuncu kimsenin kim oldugunu söylemesi için çok israr etmislerdi. Bunun üzerine o; “Dokuzuncu benim, onuncu da Rasûlüllah (s.a.s)’dir” dedi ve sonra da etrafindaki Insanlara bakarak sahabilerin Islâm’daki seçkin konumlarini; “Bir kimsenin, Rasûlüllah (s.a.s) ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanmasi, sizin herhangi birinizin Hz. Nuh kadar yasasa bile, bu müddet zarfinda amellerinden daha hayirlidir” sözüyle vurgulamistir (Ahmed b. Hanbel, I, 187).
Onun hakkinda kaynaklar söyle bir olay zikretmektedir: “Erva adindaki bir kadin, Medine valisi Mervan b. Hakem’e giderek Said b. Zeyd’in kendi arazisine tecavüzde bulundugunu sikayet etti. Mervan, memurlarini Akik vadisindeki çiftliginde bulunan Said (r.a)’a göndererek sikayet konusu olayi sorusturdu. Said (r.a) gelenlere; “Ona haksizlik ettigimi zannediyorsunuz degil mi? Rasûlüllah (s.a.s)’in söyle dedigini duydum:
“Haksiz yere her kim bir karis topragi gasbetse, kiyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanir”. Sonra söyle ekledi: “Allahim bu kadin yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canini alma ve kuyusunu ona mezar yap”. Rivayet edildigine göre bu kadin, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düserek öldü. Bu olaydan dolayi Medineliler birisine kizdiklari zaman ona, “Allah seni Erva gibi kör etsin” diyerek beddua etmekteydi (Ibn Hacer el-Askalanî, el-Isabe fi Temyizi’s-Sahabe, Bagdat (t.y), II, 46; Ibnül-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 388; ayrica bk. Ahmed b. Hanbel, I, 188-189).
Said (r.a)’dan bazi hadisler rivayet edIlmistir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kisi hakkinda olanidir. Abdullah b. Zalim el-Mazinî, Said b. Zeyd’den söyle rivayet etmektedir:
“Muaviye Kufe’den ayrildigi zaman, Mugîre b. Su’be’yi vali tayin etmisti. Hatipler minberlere çikarak Ali (r.a)’a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b. Zeyd’in yanindaydim. O, kizdi ve kalkti. Benim de elimden tutmustu. Ben de ona uydum, o bana; “Su nefsine zulmeden adami görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama lânet edIlmesini emrediyor. Ben sahitlik ederim ki dokuz kisi vardir ki onlar Cennettedirler. Onuncusuna da sahitlik etsem günah islemis olmam” dedi. Ve sormam üzerine söyle devam etti; “Rasûlüllah (s.a.s) (sarsilan Hira dagina); “Hira, yerinde dur! Senin üzerinde nebi, siddik ve sehidden baskasi bulunmuyor” dedi ve arkasindan Cennetle müjdeledigi sahabileri saydi” (Ahmed b. Hanbel, I, 189; Ibnül-Esir, a.g.e., II, 389; Sa’d b. Zeyd’in rivayet ettigi diger hadisler için bk. Ibn Hanbel, I, 187).
Sa’d b. Habib, Sa’îd b. Zeyd’in de aralarinda bulundugu, Cennetle müjdelenmis kimselerin isimlerini zikrederek söyle demektedir: “Onlar her zaman savasta Rasûlüllah (s.a.s)’in önünde, namazda ise arkasinda durmuslardir” (Ibn Hacer, el-Askalanî, a.g.e., II, 46) demektedir.
Ömer TELLİOĞLU