ERDOĞMUŞ KÖYÜ

 

   

FIRDAN KÖYÜ

            Gediz – Uşak karayolunun 2. Kilometresinde sola ayrılan, yaklaşık 2 kilometrelik yolla ulaşılan Gediz’e bağlı 1398 nüfuslu köyün adıdır. Köy Murat Dağı’nın güneybatı eteklerinde, Gediz Nehri Vadisi’ne açılan dar bir vadi içinde kurulmuştur.

            Köyün içinden akarak Gediz Nehri’ne karışan Köyderesi’nin binlerce yıl önce oluşturduğu bu vadi, kuzeydeki Çandır Tepe ile güneydeki Dereboğazı sırtlarının arasında yer alır. Köyderesi’nin kaynağını oluşturan Dalak Suyu ile diğer küçük kaynak suların çıktığı Dereboğazı, sık bir orman örtüsü ile kuzeydeki Çandır Tepe ise palamut ağaçlarıyla kaplıdır. Köyderesi Vadisi, Murat Dağı’nın güneybatı uzantılarında yer alan önemli geçit noktalarından biridir. Nitekim yakın geçmişe kadar Vakıf Köyü’ne bu vadiden geçilerek ulaşılırdı. Köyün adı da, bu yüzden Arapça da, “dağ beli, dağ sırtının alçakça, yine de yüksek sayılan bir belinden geçen yol” anlamına gelen  “fırd” sözcüğünden gelmektedir.

            Köy 2 kilometre batıdan geçen Gediz Nehri’nin suladığı düzlüklerde yetiştirdiği iyi cins kendir ve soğanı ile ünlüydü. Ancak sicim, halat ve çuval yapımında kullanılan kendirin yerini naylonun alması ve soğanın da ekonomik olmaktan çıkması üzerine, bu iki ürünün yetiştirilmesinden vazgeçilmiştir. Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan köy de 1935 de 363 ü erkek, 403 ü kadın olmak üzere toplam 766 kişi yaşarken, bu sayı 1950 de 847 olmuştu. Verdiği göçlere rağmen nüfusu artmaya devam eden yerleşimin nüfusu 1997 de 2069 a, 2000 de 2148 e ulaşmış ancak 2007 de 1398 e gerilemiştir.

            Fırdan yerleşimi, Kütahya Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, tarihi geçmişi 5.000 yıl öncesine kadar uzanan, bölgenin en eski yerleşim alanlarından biridir.

            Köyün hemen kuzey batısından yükselen ve şimdilerde yerleşimin ortasında kalan Çamlıktepe, İlk Tunç Çağı’ndan itibaren birbiri ardına kurulan yerleşimlerin yıkıntılarıyla oluşmuş bir höyüktür. Yakın geçmişte höyüğün güneybatı eteklerinde bazı mezar kalıntılarıyla, kuzey eteklerinde geçmiş uygarlıklardan geriye kalan bir merdiven kalıntısı ortaya çıkmıştır. Höyükte bulunan bir mezar, halk arasında ünlü mitoloji kahramanı Sarıkız’a mal edilmiş ve Çamlıktepe böylece, gerçek görüntüsünden sıyrılarak manevi bir mekâna dönüşmüştür. Bu yüzden de höyük üzerinde boy verip birer anıt ağaca dönüşen çamlar, yüzyıllar boyu korunarak günümüze kadar ulaşabilmiştir.

            Fırdan topraklarındaki bir başka arkeolojik alan da, Yardeğirmeni Nekropol’üdür. (Ölüler Knenti, Mezarlık) Gediz – Uşak karayolundan Fırdan’a ayrılan birinci sapağın batısında ve Fırdan Deresi’nin güney yakasındaki nekropol, geçmişte mezar soyguncularının talanına uğramıştı. Gerek Yardeğirmeni Nekropol’ü ve gerekse Çamlıtepe Höyüğü 3 Temmuz 1998 günü alınan 604 sayılı kararla “Arkeolojik SİT Alanı” ilan edilmiştir.

            Kadoi’nin (Gediz) fethinden sonra bu yöreye gelen Türkmenler, Çamlıktepe Höyüğü’nün hemen yanı başına kurdukları köye Fırdan adını vermişlerdi.       1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu defterinde, Gediz’e bağlı köyler arasında Fırdan’ın adı geçmemektedir. Bu da köyün ya o tarihten sonra kurulduğunu, ya da adının sonradan değiştiğini göstermektedir.

            Osmanlı döneminde inşa edilen köy camisine ait vakıf şöyledir: Gediz Kazası’na tabi Fırdan Karyesi’nde vaki cami-i şerif vakfı Yeni şahsiyet kaydı 189/115, eski şahsiyet kaydı: Askeri41

            Köy içi yolları 1925 te Kaymakam Osman Nuru Bey’in girişimiyle Arnavut kaldırımı ile kaplanan yerleşime, daha sonra bir ilkokul inşa edilmişti. 25 Haziran 1944 günü meydana gelen depremde ağır hasar gören köyde iki kişi yaralanırken, köy camisinin minaresi ile Gediz Nehri üzerindeki Fırdan Köprüsü de yıkılmıştı. Yerleşim, 1970 Gediz Depremi’ni hafif hasarla atlatsa da Fırdan Köprüsü yakınlarında oldukça büyük çatlaklar oluşmuştur. 50 cm’yi bulan bu yarıklardan fışkıran sular, yerin derinliklerinden sürüklediği kum ve çakılları yarıkların çevresine çökertmişti.

Deprem sonrasında sağlık ocağı açılan köye elektrik bağlanmış ve ahşap Fırdan Köprüsü’nün yerine betonarme bir köprü yapılmıştır. 1944 Depreminde yıkılan köy camisinin minaresi yeni baştan yapılırken caminin iç mekanı da yeniden düzenlenmiştir. 1980’li yıllarda köy hayırseverlerinden İsmail Eroğlu ve halkın katkılarıyla yerleşime ikinci bir cami inşa edilmişti.

            Çamlık tepe Höyüğü ’nün üzerine inşa edilen bu caminin çevresinde yeni bir mahalle oluşmakta ve köy kuzeydeki düzlüğü doğru gelişmektedir.

            Fırdan 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile nüfusu 2 binin altında bulunan  belediyeler kapsamına giren Fırdan, belde belediyesi iken 2014 yılı Mart ayında yapılan seçimler ile tekrar köye dönüşmüştür.

 

Devamını Oku

 

   

ERDOĞMUŞ KÖYÜ

Gediz’e 5 kilometre uzaklıkta, Murat Dağı’nın Gediz Nehri Vadisi’ne doğru alçalan batı yamaçlarında yer alan yerleşimin adıdır.

Köyün tarihi geçmişi hakkında bilinenler çok kısıtlıdır. Ancak, köyün güneybatısında Evler Yeri olarak anılan eski köy yerinin yakınlarında, çevrede dağınık halde bulunan Antik Çağ’a ait yapı elemanları, yörenin geçmiş yüzyıllarda yerleşim yeri olarak kullanıldığına işaret etmektedir.

Türklerin yöreye ne zaman yerleştikleri kesin olarak bilinmese bile, 1530 tarihli Muhasebe –i Vilayet-i Ana-dolu Defteri’nde, köy halkından “Erdoğmuş Köyü Yörükleri” diye söz edilmektedir. Buna göre köy, bu tarihten çok önce kurulmuş olmalıdır. Osman Önder’e göre köy, Gediz ve çevresinin fethine katılan Erdoğmuş Bey tarafından kurulmuştur.

Osmanlı döneminde Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkmenler, Yörük adı ile anılıyordu. Su kaynaklarına yakın dağ sırtlarına ve dağ içlerine yerleşen Yörük’ler, hayvancılıkla geçiniyordu. Erdoğmuş Köyü verilerine göre günümüzden yaklaşık 600 yıl önce Orta Asya’dan bu yöreye gelen Türkmenler, Vakıf Köyü’nün kuzeyi ile Sandıklı Köyü’nün batısında yer alan ve günümüzde Kıranköy adı ile anılan yöreye yerleşmişlerdi. Verimsiz, kıraç toprağı ifade etmek için kullanılan “Kıran” sözcüğü, aynı zamanda iki akarsu arasında kalmış dağ sırtı veya tepe anlamında kullanılır. Kıranköy, gerçekten de her iki yanından dere akan bir tepe üzerine kurulmuştu. İki derin vadinin ortasından yükselen bu tepede kışlar çok zorlu geçiyordu. Üstelik yağmur mevsimlerinde iyice coşan dereleri, hayvanlarla birlikte aşarak köye ulaşmak ayrı bir sorundu. Bu zorlu hayata yüzyıl boyunca katlanan Türkmenler, sonunda köylerini terk edip, kuzeydeki Antik Çağ yerleşimi kalıntılarının yanı başına taşındılar. Ancak tam da bu sıralarda tüm Anadolu’yu kasıp kavuran ve devletin otoritesini sarsıp, toplum yapısında derin bir bunalıma yol açan Celali isyanları patlak vermişti. Öyle ki, isyancılar önlerine çıkan her köyü soyuyor, karşı duranları öldürüyor, üstlerine gönderilen devlet güçlerini de bozguna uğratıyordu. 1602’de Deli Hasan ve bir yıl sonra da Kara Sait çeteleri Gediz çevresinde talan etmedik köy ve mezra bırakmamıştı. Hayvanları ellerinden alınan, ambarları boşaltılan köylüler, can derdine düşüp, daha güvenli alanlara kaçmaya başladılar.

Evleryeri’ne henüz yerleşen Türkmenlerin Deli Hasan ve Kara Sait’in gözü dönmüş adamlarıyla başa çıkmaları imkansızdı. Onlar da, Salur Köyü halkı gibi çareyi daha güvenli alanlara çekilmekte buldular ve köylerini ikinci kez terk ederek daha kuzeydeki ormanlık bölgeye, bugünkü köyün olduğu yere taşındılar. Bu dramatik göç, halkın aydınlık dünyasından doğan bir efsaneye dönüşmüştür. Derler ki; Köy, Evleryeri’ne taşınmıştır taşınmasına ama halkın nitelikli bir içme suyu yoktur. Çevrede suyu ile ünlenen Keklik Pınarı da kuzeydeki ormanlık içindedir. Köy kadınları içme suyunu, sabah akşam çaresiz bu pınardan taşırlar. Bir yaz günü köy kadınlarından bir grup yine bu pınardan testilerini doldururken, içlerinden hamile olanın doğum sancıları başlayıverir. Köye dönmek için zamanın olmadığını gören kadınlardan bir kaçı doğuma yardımcı olurken, bir kısmıda telaşla köye haber vermeye koşar. Köyde haber tez duyulur ve herkes birbirine, “er mi doğmuş kız mı doğmuş?” diye sorarken, bilenler sevinçle, “er doğmuş er doğmuş!” diye bağırmaya başlar. Yaşanan bu mutlu olaya manevi anlamlar yükleyen gelinin ailesi, soylarının Keklik Pınarı’nda çoğalacağına inanır ve evlerini pınarın yanı başına taşır. Çok geçmeden onları diğer aileler izler ve Evleryeri boşaltılarak Keklik Pınarı’nın çevresinde Erdoğmuş Köyü adıyla yeni bir yurt kurulur.

Osmanlı döneminde köy hayırseverlerinden Hacı Ahmet ve eşi Satı ile Boduroğlu Mehmet’in birlikte yaptırdıkları camiye ait vakıf, Osmanlı kayıtlarına şöyle geçmiştir:

“Gediz Kazası’nda tabi Erdoğmuş Karyesi’nde vaki Hacı Ahmet ve Satı ile Boduroğlu Mehmet Cami”

Bugün Merkez Camii diye anılan bu cami, 1950’de onarımdan geçirilmiştir. Köyde 1994’de yapılan Yeşil Camii ve 1995’ te yapılan Fatih Camii ile birlikte üç cami vardır.

Bu dönemde kıl keçisi ve koyun besleyen, kilim dokuyup tahta kaşık üreten Erdoğmuşlular, yetiştirdikleri sebzeleri de çevre pazarlarda satıp iyi gelir elde ediyordu.

Erdoğmuş’un başlıca geçim kaynağı, tarım ve hayvancılıktır. Yamaç alanlarda genellikle tahıl ekimi yapılan köyde sebze ve meyve, Gediz Nehri Vadisi boyunca uzanan verimli düzlüklerde yetiştirilir.2001’de gövde inşaatı tamamlanan ve su tutmaya başlayan Erdoğmuş Gölet’i tam kapasite ile hizmete girmiş ve yörede sulu tarım uygulama alanında büyük artış sağlamıştır.

  1. Dünya Savaşı’na katılan Erdoğmuşlu askerlerden, Mestanoğullarından Ali oğlu Mehmet, Mehmetpaşaoğullarından Mehmet oğlu Murat ile Ali oğlu Hasan Çanakkale’de şehit düştü. Köy son Şehidini 2 Eylül 2008 günü Bingöl /Kiğı’da verdi. Ramazan DEMİRCİ, tam da iftar vaktinde teröristlerin açtığı ateş sonunda şehit oldu.

Köyün nüfusu 1935’te 807, 1950’de 1051 iken, 1997’de 2044 olmuştur. 1992’de belde olan köyün nüfusu 2007’de 1754’e 2011 yılında ise 1694’na düşmüştür.

6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile nüfusu 2 binin altında bulunan  belediyeler kapsamına giren Erdoğmuş belde belediyesi iken 2014 yılı Mart ayında yapılan seçimler ile tekrar  köye dönüştü.

 

Devamını Oku

   

ECE KÖYÜ

Ece, ilçenin kuzeybatısında Şaphane Dağı’nın karaçam ormanları ile kaplı kuzeydoğu yamaçlarında kurulmuş Gediz’e bağlı bir köyün adıdır.

Onlarca pınarın kaynadığı ve yayla adıyla anılan pek çok küçük düzlüğün yer aldığı dağın bu bölümü, hayvancılık bakımından son derece elverişlidir. Ece Köyü sahip olduğu imkanları iyi değerlendirmiş ve çevrede suyu yoğurdu ile ün kazanmıştır.

Köyün güneybatısındaki Dede yöresinden kaynayan ve köy camiinin güney duvarındaki meydan çeşmesinden akan su, yakın geçmişe kadar Gediz’e getirilip satılırdı. Köy muhtarlığının açık artırmaya çıkardığı suyun satış hakkını alan kişi, suyun tenekesini Gediz de 20 kuruşa satardı. (1940’lı Yıllar)

Gediz halk dilinde

Eceköy’ün suyunu iç,

Hacıköy’ün içinden geç,

Dayınların güzelini seç

Git Erdoğmuş’a  misafir ol,

Diye övülen su, ününü bugün de sürdürmektedir.

“Ece” Kamus-i Türk’e göre, eski Türklerde ağabey, ana, kraliçe, koca adam ve aksakallı anlamlarında kullanılıyordu. Köy adının bu anlamlardan hangisini karşıladığı bugün için bilinmiyor. Belki de biri suyun çıktığı yerde, biri de köy mezarlığında yatan iki “Dede” nin anısına bu ad verilmiştir. Çünkü “aksakal” bilindiği gibi Türklerde itibarlı, sözü dinlenen ve meclislerde karar alıcı konumunda olanlara verilen bir unvandı.

Ece, çevrede yapılan yüzeysel araştırmalara göre, 5500 yıllık geçmişi olan bir yerleşim alanıdır. Bugün Karaardıç Höyüğü diye anılan yöre, MÖ 350 ile MÖ 1200 yıllarını kapsayan İlk Tunç Çağı ile Hitit dönemlerinde iskân görmüştü. Bin yıllar içinde defalarca yıkılıp yeniden yapılan ve sonunda da bir toprak yığınına dönüşen yerleşime ait kesin tanım ancak arkeolojik kazılarla ortaya çıkabilecektir. Ece’deki başka bir arkeolojik alan ise Hasköy Tepesi ile Gavur Mezarı diye anılan nekropolistir. Nekropolis (Nekropol), Roma ve Hellen (Yunan) kültüründe, Antik Çağ yerleşimlerinin mezarlıkları (ölüler şehri) için kullanılan bir addı. Öyle anlaşılıyor ki, Antik Çağ’da bu tepede bir Roma – Bizans köyü ve yakınında da bir nekropol vardı. Yörenin fethinden sonra XIV. Yüzyılda buraya yerleşen Türkmenler, Bizans köyüne Hasköy, nekropole de Gavur Mezarı dediler. 5.500 yıllık bir geçmişin sırlarını saklayan bu tarihi mekanlardan bugüne ulaşabilmiş herhangi bir yapı ya da yapı kalıntısı yoktur.

Çevreye hakim bir yamaca kurdukları köylerine Ece-yakası adını veren Türkmenler, Akdağ diye andıkları Şaphane Dağı’nın en iyi içimli suyunu da uzun uğraşlardan sonra köylerine getirmeyi başardılar.

1500’lü yıllara gelindiğinde köyde Kasım Dede adında bir de çiftlik kurulmuştu. Bugün köy mezarlığında yatan Mehmet Dede’nin ve ünlü Ece suyunun çıktığı tepede yatan “Dede” nin kimliklerine dair günümüze hiçbir bilgi ulaşmamıştır.

Asırlık palamut ağaçlarıyla kuşatılan bu Dede mezarı ve çevresi, yüzyıllardır önemli bir ziyaretgâh olarak koruna gelmiştir. Hayır aşları hep burada pişirilip dağıtılmış, yağmur duaları da bu alanda yapılmıştır. Mezar alanındaki ağaçların kesilip yakılması, eski bir Türk inancına göre uğursuzluğa neden olur kaygısıyla korunmuş ve ağaçların her biri birer anıt ağaca dönüşerek günümüze ulaşmıştır.

XIX. yüzyılda hatiplik verilen köyde Cuma namazları kılınmaya başlanmıştı. Köye atanan ilk hatibin bugünkü kuşakları, köyde Hatipoğulları diye anılmaktadır.

Ece Köyü ve çevresi, 1920’de meydana gelen Çerkez Ethem Olayı’nda şiddetli çarpışmalara sahne olmuştu. Şaphane Dağı’nın bu sarp ve dik yamaçlarında kıstırılan Çerkez Ethem Kuvvetleri, yaşanan çatışmaların ardından teslim olmak zorunda kalmıştı.

Köy 1970 Gediz Depremi’nde ağır hasara uğramış ve yerleşim güneybatıdaki nispeten düz alana taşınmıştır. Ünlü Ece suyunun bir bölümü yeni kurulan köye götürülmüş, eski köy ise kapılarına kilit vurulan evleri, tarihi camisi ve az da olsa akmaya devam eden meydan çeşmesiyle hüzünlü bir yalnızlığa terkedilmiştir.

Ekonomik zorluklar, kentlerde yaşama arzusu gibi nedenlerin oluşturduğu köylerden kentlere doğru akan göç dalgasından Ece Köyü’nü de derinden etkilenmiştir. O kadar ki, köyün bugünkü nüfusu, 62 yıl önceki nüfusunun neredeyse yarısına denk düşmektedir.

1935’ te 301, 1950’ de 315 olan köyün nüfusu, 1997’ de 202 ye 2000 de 206 ya 2007 de 187 ye 2017 de ise 153 e düşmüştür.

 

Devamını Oku

 

   

DÖRTDEĞİRMEN KÖYÜ

                İlçenin doğusunda, Gediz – Altıntaş karayolunun 4. Kilometresinde yer alan Gediz’e bağlı 72 haneli köyün adıdır. Muratdağı çayı Vadisi’nde kurulmuştur. Çayın vadi tabanında geniş yer tutan, yüksek verimli alüvyonlu topraklara sahip olan köy, kendi adıyla anılan biber ve domatesi ile ünlüdür.

                Geçmiş yüzyıllarda geleneksel yöntemlerle ve çevrenin saf tohumlarıyla yapılan sebzecilik, son yıllarda daha modern ve erkenci bir yaklaşımla ve hibrit (Melez) tohum kullanılarak yapılmaya başlanmıştır. Bu da üretimde belli bir kalite ve verimlilik artışına neden olmuş ve sebzecilik köyün en temel geçim kaynağı haline gelmiştir. Sebzecilikten sağlanan gelirle ekonomik kalkınmasını sürdüren Dörtdeğirmen Köy, bugün Gediz köyleri arasında en az göç veren yerleşimlerden birisidir. Nitekim 1935 yılında 76 sı erkek 53 ü kadın olmak üzere 129 olan köyün nüfusu, 1950 de 154 e, 1997 de 267 ye, 2000 de 290 a, 2007 de 347 ye yükselmiş ancak 2016 da 302 ye düşmüştür.

                Dörtdeğirmen’in tarihi geçmişi hakkında bilinenler çok azdır. Ancak köyün güney batısındaki Kocakır’da 1972 yılında yapılan bir yol çalışması sırasında ortaya çıkan buluntular, köyün geçmişinin çok uzun yıllara dayandığını göstermiştir. Burada bulunan bezemeli mermer yapı elamanlarının eski çağlardaki Kocakır yerleşimine ait olduğu sanılmaktadır.

                Şimdiki köyünde ne zaman kurulduğu da bilinmemektedir. Osman ÖNDER XV. Yüzyılda Gediz’e cami, medrese, köprü gibi anıtsal ve bunların yeni nesil kuşaklarının Dörtdeğirmen’de yaşadıklarını ileri sürmüşse de bunu kanıtlayacak herhangi bir belge yoktur.

                1844 yılında 6 haneli ve 30 nüfuslu bir köy olan Dörtdeğirmen’de Yakuppaşaoğulları, Halilbeyoğulları, Cozooğulları ve Boşnakoğulları adlı dört aile oturuyordu. Köyün adı da, Muratdağı Çayı’ndan beslenen ark üzerine kurulmuş dört değirmenden geliyordu.

                O dönemde hane başına 80 dönüm toprağın düştüğü köyde 20 koşum, 62 de büyükbaş hayvan besleniyordu ve sahip olunan toprağın %90 ında tarla bitkileri, % 7 sinden ise bağcılık yapılıyordu. Osmanlı döneminin sonlarında yapılan köy camisine ait vakıf, devlet arşivinde 190/1158 şahsiyet numarası ile kayıtlıdır. Ancak bu cami 1953 yılında yıkılmış ve yerine şimdiki cami inşa edilmiştir.

 

Devamını Oku
Top