ERDOĞMUŞ KÖYÜ

  

 SANDIKLI KÖYÜ

            Gediz’in 9 kilometre güney doğusunda, Erdoğmuş ile Vakıf köyleri arasında yer alan bir orman içi köyüdür. Murat Dağı’nın 700-800 metre yükseklikteki güney batı eteklerinde kurulan köyün temel geçim kaynağı, tarım ve hayvancılıktır. Sandıklı’ nın öne çıkan en önemli ürünü, yakın geçmişte dericilik sektöründe kullanılan meşe palamuduydu. Palamudun sanayide kullanım alanı daralınca, aralarında Sandıklı’nın da olduğu pek çok köy önemli gelirinden olmuştu. Köy çevresinde geniş kümeler halinde yetişen meşe palamudu doğuda ve kuzeyde, Şapkasıtepe eteklerinde, yerini çam ormanlarına bırakır.

            Köyün adını nereden aldığı bilinmese bile “Sandıklı” isim soylu bir sözcük olup, eskiden “Kaplama için kullanılan bir tür ince tahta” nın adı olarak kullanılıyordu. Belli ki, köy adını geçmiş yüzyıllarda ürettiği bu tahtalardan almıştı.

            Kadoi’nin fethinden sonra bu bölgeye gelip yerleşen Türkmenler tarafından kurulduğuna inanılan Sandıklı ve çevresinde, Osmanlı döneminden önceki uygarlıklara ait kalıntı ya da bunlara ait herhangi bir işaret yoktur. Köyün varlığına dair bilinen en eski tarihli belge 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteridir. Bu defterde Sanduklu adıyla geçen köyde Şeyh Halil Çiftliği vardı.

            Şeyh Halil Çiftliği ile ilgili olduğu sanılan bir vakıf şöyledir: “Gediz kazası’nda Sandıklı Karyesi’nde Şeyh Halil Vakfı Bedelat-ı Sebeviyesi: 1.103 Kuruş – Sene 1884

            Köy hayırseverlerinden Hacı Mustafa’nın 1892 yılında Sandıklı’ya inşa ettirdiği mescit için Hacı Süleyman Ağa’da önemli miktarda nakdi bağışta bulunmuştu. Buna dair vakıf aşağıda gösterildiği gibidir:

            “Gediz Kazası kurasından Sandıklı Karyesi’nde vaki ahaliden Hacı Mustafa’nın müceddeten bina ve inşa etmiş olduğu Mescid-i Şerif için El Hac Süleyman Ağa’nın nukutu vakfı.”

            Sandıklı Köyü’nden I. Dünya Savaşı’na katılan askerlerden Ali oğlu Halil ile Eskicioğulları’ndan Osman oğlu Hüseyin Çanakkale Cephesi’nde şehit düşmüşlerdi.

            1935 yılında 139 u erkek 165 i kadın olmak üzere toplam 304 kişinin yaşadığı köyün nüfusu, 1950 de 393 olmuştu. Köyün nüfusu 1997 de 307, 2000 de 353, 2007 de 348, 2017 de de 296 olmuştur. Aradan geçen 83 yıla rağmen köyün nüfusunun azalması hiç şüphe yok ki köyden kentlere doğru akan göçlerle açıklanabilir.

Devamını Oku

  

 

SAMRALAR KÖYÜ

            Eski adı Alacapınar olan yerleşim, ilçenin 38 Kilometre kuzeydoğusunda, Kocakıran Tepe ile Esen Tepe’nin Yağmurlar Çayı’nın aktığı kuzeybatı yamaçlarında kurulmuştur. Kuzeyden Yeğinler, güneyden Cebrail, doğudan Yağmurlar batıdan da Yukarısusuz köyleri ile komşu olan yerleşimin temel geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve maden işçiliğidir. Hayvancılığın yeterli düzeyde olmadığı köyde, 20 kadar maden işçi emeklisi yaşamaktadır.

            Serin bir yayla ikliminin hüküm sürdüğü ilçenin bu bölümünde, üretim sebze ve meyveden çok, tarla bitkileri üzerinden yapılmaktadır.

            Köy tarihinin hangi yüzyıla uzandığı bilinmemektedir. Ancak 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’nde Alacapınar’ın adı Gediz’deki yaylaklar arasında geçmektedir. Bu bilgiye dayanarak, köyün XVI. Yüzyılın sonlarında kurulmuş olabileceğini söylemek mümkündür. Yerel kaynaklara göre, bu yöreye gelen üç Yörük obası, Küçükköy, Samralar ve Alacapınar adıyla anılan üç ayrı yere yerleşmiş ve mezra tipi bu üç yerleşimin merkezi de Alacapınar olmuştur. Ancak daha sonra, Küçükköy ve Alacapınar halkı, şimdiki köyün olduğu yere taşınınca köy o tarihten sonra Samralar adıyla anılmaya başlamıştır.

            1945 yılına kadar Virancık (Örencik) Nahiyesi’ne bağlı olan köy, bu tarihte yapılan bir düzenleme ile Gediz’e bağlanmıştır.

Köye gelen misafirler bugün hizmete açık olan 4 köy odasında ağırlanmakta ve komşular akşamları burada toplanmaktadır. 1966’da inşa edilen köy camii 1989 da yıkılmış ve yerine şimdiki cami inşa edilmiştir.

1953 yılında 46 erkek 43 kadın olmak üzere toplam 89 olan köy nüfusu, 1950 de 126, 1997 de 110, 2000 de 163 olmuş, ancak bu sayı 2007 de 89’ a 2009 da 81 e 2017 de de 71 e düşmüştür.   

 

Devamını Oku

  

 

POLAT KÖYÜ (Pulat Köy)

                Polat Köy Gediz’in kuzeydoğusunda, Yunuslar Beldesi ile Yukarısusuz Köyü arasında yer alan köydür. Gediz – Kütahya Karayolunun 18. Kilometresinden sağa ayrılan 3 kilometrelik yolla ulaşılan köy, adını kurucusu Polat Bey’den almıştır. 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu defterinde de adı geçen Polat Bey’in kimliğine dair günümüze ulaşan herhangi bir bilgi yoktur. Ancak aynı kaynağa göre, onun bugünkü köyün olduğu yere  kendi adıyla anılan bir çiftliği vardır. Çiftliği 1880 li yılların sonunda satın alan Karahüseyinoğlu Hacı Mehmet, buraya bir cami ile bir köy odası inşa ettirmişti. Günümüze kadar ulaşılabilen camiye ait 19 Mayıs 1910 tarihli vakfiye “vakıflar” bölümünde yer verilmiştir.

                Polat Çiftliği zaman içinde gelişerek orta büyüklükte bir köye dönüşmüştür. Çiftliğin 1886 yılına ait Devlet Salnamesi’nde, Gediz çiftlikleri arasında yer almaması da, köye dönüşmesinin bu tarihten önce gerçekleştiğini göstermektedir.

                1935 yılında yapılan Genel Nüfus Sayımında Pulat adı ile Virancık (Örencik) Nahiyesi’ne bağlı bir köy olarak görülen yerleşimin o tarihteki nüfusu 103 erkek, 112 kadın olmak üzere toplam 215 ti.

                1940 lı yıllarda yapılan idari bir düzenleme ile Gediz’e bağlanan Polay Köyü’nün nüfusu, 1950 de 283, 1997 de 182, 2000 de 188, 2007 de 179 ve 2017 de 139 olmuştur.

                Tarım ve hayvancılıktan başka geçim kaynağı olmayan köy, 1950 li yıllardan başlayarak, toprak darlığından kaynaklanan geçim sıkıntısı ve kentte oturma arzularından kaynaklanan göçlerle, büyük nüfus kaybına uğramıştır.

                Türkiye nüfusunun 1935’ten bugüne 4,5 kat artmasına rağmen, Polat Köyü’nün nüfusu artacağı yerde, verdiği göçlerle % 40 oranında azalmıştır.

 

Devamını Oku

  

 

PINARBAŞI KÖYÜ (Tekke)

                   Şaphane Dağı’nın doğu yamaçlarında yer alan, ilçeye 6 kilometre uzaklıkta, eski adı Tekke, olan Gediz’e bağlı 80 haneli köydür.

               Köyün geçim kaynağını tarım ve hayvancılık oluşturur. Çevreye hakim bir sırtta kurulan köyün hemen yanı başından kaynayan ve oldukça yüksek bir debiye sahip olan pınar, yörede sebze üreticiliğinin gelişip yaygınlaşmasına neden olmuştur. İyi içimli olmasıyla tanınan suyun küçük bir bölümü, ilçe halkının içme suyu ihtiyacını karşılamak üzere Gediz’e getirilmiştir.

                Köyün tarihi geçmişine dair bilinenler, yörede anlatıla gelen bir halk öyküsü ile sınırlıdır. Ancak XVI. Yüzyıla ait Osmanlı Kayıtlarında yer almayan köyün, bu yüzyıldan sonra kurulmuş olabileceğini söylemek mümkündür.

                Köy, anlatılanlara göre Dervişler, İmamlar ve Durmuşlar diye anılan üç ayrı topluluğun bir araya gelip bu bölgeye yerleşmesi sonunda kurulmuştur. Bunlardan İmamlar’ın burada kurulan tekke şeylerini, Dervişler ise tekkede yatıp kalkan ve zamanlarının çoğunu ibadetle geçiren tarikat müritlerini, Durmuşlar ise, Tekke şeyhine bağlanan topluluğu ifade ettiği açıktır. Zaten köyü de, Akçaalan yakınlarındaki Deresevindik’ten buraya gelip yerleşen ve kendilerine Durmuşlardan denen bu küçük topluluk kurmuştur. Küçük bir mescit ve bir tekkenin çevresinde oluşturulan köy Tekke adıyla anılmaya başlanmış ve kısa bir sürede o çevrenin çok önemli bir dini merkez haline gelmiştir.

                Osmanlı dönemine ait vakıf kayıtlarında, buradaki tekkeye ait herhangi bir kayda rastlanmazken, köy camisine ait vakıf 188 – 1825 numara ile yer almıştır. Zamanla ihtiyacı karşılayamaz duruma gelen köy camisi, 1993’te misafirhaneye dönüştürülerek, yerine betonarme bir cami yapılmıştır.

                Köye adını veren tekkeden günümüze hiçbir iz kalmasa da, geçmiş günlere tanıklık eden ve içinde üç sanduka bulunan bir türbe, önemli bir ziyaretgâh olarak varlığını sürdürmektedir. Tekke şeyhi ile yakınlarının yattığı ve yakın geçmişe kadar kapısında adak kurbanlarının kesildiği, kazan kazan aşurelerin dağıtıldığı türbe, günümüzde de ziyarete açıktır.

                Köy, Kurutuluş Savaşı sırasında Çerkez Ethem ile çıkan sıcak çatışmalara sahne olmuştur. Derviş Bey, Kütahya’ya saldıran Çerkez Ethem kuvvetlerini Kütahya’dan püskürttükten sonra takibe almış ve 22 Ocak 1920 de, Ece-Gürlek-Yelki ve Pınarbaşı köylerinin yer aldığı tepelerde sıkıştırmıştı. Çıkan çatışmalarda ağır kayıplar veren Çerkez Ethem kuvvetleri teslim olurken, Çerkez Ethem, Demirci Dağları’nı aşarak Yunanlılara sığınmıştı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında adı Pınarbaşı olarak değiştirilen köyde yapılan bir hafriyat sırasında bulunan değirmen taşları, burada bir zamanlar var olan bir değirmeni işaret etmektedir.

                Pınarbaşı Köyü son yıllarda verdiği göçlerle önemli nüfus kaybına uğramıştır. 1935’te 255 olan köy nüfusu, 1950 de312’ ye yükselse de, 2000 de bu rakam 217 ye, 2007 de 172 ye 2017 de de 149 a düşmüştür.

                İşsizlik, toprak darlığı ve kentte yaşama isteği gibi nedenlerin oluşturduğu göç, köyün hane büyüklüğünü de 1,5 e gerileterek, Gediz ortalamasının (3,86) çok altında kalmasına yol açmıştır. Pınarbaşı’ndan göçenlerin  önemli bir bölümü İzmir ve Manisa’ya yerleşirken, bir bölümü de yurtdışında yaşamaktadır.

                Köyün geleneğe dayalı düğünleri, Pazartesi günü başlar Cuma gününe kadar sürerdi. Tüm köy halkının katıldığı bu düğün günlerinde, keşkekler kaynatılır, kazanlar dolusu yemek pişirilir, hep birlikte yenip eğlenilirdi. Düğün yapan ailelere köy halkıda yardımcı olur, ağır düğün masraflarına katkıda bulunabilmek için “ Düğün Odunu” ve “Düğün Tahılı” alayları kurulurdu. Dağdan kestikleri odunları ve toplanan buğdayları eşeklere yükleyen gençler, ellerinde bayraklarla, türküler söyleyerek geldikleri düğün evinde coşkuyla karşılanırdı.

                Salatası ve taze fasulyesi ile tanınan köy, Pınarbaşı Kaynağı’nın çevresinde oluşturulan piknik alanı ile de adını duyurmaya aday görünmektedir.

 

Devamını Oku
Page 3 of 23
Top