ECE KÖYÜ
Ece, ilçenin kuzeybatısında Şaphane Dağı’nın karaçam ormanları ile kaplı kuzeydoğu yamaçlarında kurulmuş Gediz’e bağlı bir köyün adıdır.
Onlarca pınarın kaynadığı ve yayla adıyla anılan pek çok küçük düzlüğün yer aldığı dağın bu bölümü, hayvancılık bakımından son derece elverişlidir. Ece Köyü sahip olduğu imkanları iyi değerlendirmiş ve çevrede suyu yoğurdu ile ün kazanmıştır.
Köyün güneybatısındaki Dede yöresinden kaynayan ve köy camiinin güney duvarındaki meydan çeşmesinden akan su, yakın geçmişe kadar Gediz’e getirilip satılırdı. Köy muhtarlığının açık artırmaya çıkardığı suyun satış hakkını alan kişi, suyun tenekesini Gediz de 20 kuruşa satardı. (1940’lı Yıllar)
Gediz halk dilinde
Eceköy’ün suyunu iç,
Hacıköy’ün içinden geç,
Dayınların güzelini seç
Git Erdoğmuş’a misafir ol,
Diye övülen su, ününü bugün de sürdürmektedir.
“Ece” Kamus-i Türk’e göre, eski Türklerde ağabey, ana, kraliçe, koca adam ve aksakallı anlamlarında kullanılıyordu. Köy adının bu anlamlardan hangisini karşıladığı bugün için bilinmiyor. Belki de biri suyun çıktığı yerde, biri de köy mezarlığında yatan iki “Dede” nin anısına bu ad verilmiştir. Çünkü “aksakal” bilindiği gibi Türklerde itibarlı, sözü dinlenen ve meclislerde karar alıcı konumunda olanlara verilen bir unvandı.
Ece, çevrede yapılan yüzeysel araştırmalara göre, 5500 yıllık geçmişi olan bir yerleşim alanıdır. Bugün Karaardıç Höyüğü diye anılan yöre, MÖ 350 ile MÖ 1200 yıllarını kapsayan İlk Tunç Çağı ile Hitit dönemlerinde iskân görmüştü. Bin yıllar içinde defalarca yıkılıp yeniden yapılan ve sonunda da bir toprak yığınına dönüşen yerleşime ait kesin tanım ancak arkeolojik kazılarla ortaya çıkabilecektir. Ece’deki başka bir arkeolojik alan ise Hasköy Tepesi ile Gavur Mezarı diye anılan nekropolistir. Nekropolis (Nekropol), Roma ve Hellen (Yunan) kültüründe, Antik Çağ yerleşimlerinin mezarlıkları (ölüler şehri) için kullanılan bir addı. Öyle anlaşılıyor ki, Antik Çağ’da bu tepede bir Roma – Bizans köyü ve yakınında da bir nekropol vardı. Yörenin fethinden sonra XIV. Yüzyılda buraya yerleşen Türkmenler, Bizans köyüne Hasköy, nekropole de Gavur Mezarı dediler. 5.500 yıllık bir geçmişin sırlarını saklayan bu tarihi mekanlardan bugüne ulaşabilmiş herhangi bir yapı ya da yapı kalıntısı yoktur.
Çevreye hakim bir yamaca kurdukları köylerine Ece-yakası adını veren Türkmenler, Akdağ diye andıkları Şaphane Dağı’nın en iyi içimli suyunu da uzun uğraşlardan sonra köylerine getirmeyi başardılar.
1500’lü yıllara gelindiğinde köyde Kasım Dede adında bir de çiftlik kurulmuştu. Bugün köy mezarlığında yatan Mehmet Dede’nin ve ünlü Ece suyunun çıktığı tepede yatan “Dede” nin kimliklerine dair günümüze hiçbir bilgi ulaşmamıştır.
Asırlık palamut ağaçlarıyla kuşatılan bu Dede mezarı ve çevresi, yüzyıllardır önemli bir ziyaretgâh olarak koruna gelmiştir. Hayır aşları hep burada pişirilip dağıtılmış, yağmur duaları da bu alanda yapılmıştır. Mezar alanındaki ağaçların kesilip yakılması, eski bir Türk inancına göre uğursuzluğa neden olur kaygısıyla korunmuş ve ağaçların her biri birer anıt ağaca dönüşerek günümüze ulaşmıştır.
XIX. yüzyılda hatiplik verilen köyde Cuma namazları kılınmaya başlanmıştı. Köye atanan ilk hatibin bugünkü kuşakları, köyde Hatipoğulları diye anılmaktadır.
Ece Köyü ve çevresi, 1920’de meydana gelen Çerkez Ethem Olayı’nda şiddetli çarpışmalara sahne olmuştu. Şaphane Dağı’nın bu sarp ve dik yamaçlarında kıstırılan Çerkez Ethem Kuvvetleri, yaşanan çatışmaların ardından teslim olmak zorunda kalmıştı.
Köy 1970 Gediz Depremi’nde ağır hasara uğramış ve yerleşim güneybatıdaki nispeten düz alana taşınmıştır. Ünlü Ece suyunun bir bölümü yeni kurulan köye götürülmüş, eski köy ise kapılarına kilit vurulan evleri, tarihi camisi ve az da olsa akmaya devam eden meydan çeşmesiyle hüzünlü bir yalnızlığa terkedilmiştir.
Ekonomik zorluklar, kentlerde yaşama arzusu gibi nedenlerin oluşturduğu köylerden kentlere doğru akan göç dalgasından Ece Köyü’nü de derinden etkilenmiştir. O kadar ki, köyün bugünkü nüfusu, 62 yıl önceki nüfusunun neredeyse yarısına denk düşmektedir.
1935’ te 301, 1950’ de 315 olan köyün nüfusu, 1997’ de 202 ye 2000 de 206 ya 2007 de 187 ye 2017 de ise 153 e düşmüştür.
DÖRTDEĞİRMEN KÖYÜ
İlçenin doğusunda, Gediz – Altıntaş karayolunun 4. Kilometresinde yer alan Gediz’e bağlı 72 haneli köyün adıdır. Muratdağı çayı Vadisi’nde kurulmuştur. Çayın vadi tabanında geniş yer tutan, yüksek verimli alüvyonlu topraklara sahip olan köy, kendi adıyla anılan biber ve domatesi ile ünlüdür.
Geçmiş yüzyıllarda geleneksel yöntemlerle ve çevrenin saf tohumlarıyla yapılan sebzecilik, son yıllarda daha modern ve erkenci bir yaklaşımla ve hibrit (Melez) tohum kullanılarak yapılmaya başlanmıştır. Bu da üretimde belli bir kalite ve verimlilik artışına neden olmuş ve sebzecilik köyün en temel geçim kaynağı haline gelmiştir. Sebzecilikten sağlanan gelirle ekonomik kalkınmasını sürdüren Dörtdeğirmen Köy, bugün Gediz köyleri arasında en az göç veren yerleşimlerden birisidir. Nitekim 1935 yılında 76 sı erkek 53 ü kadın olmak üzere 129 olan köyün nüfusu, 1950 de 154 e, 1997 de 267 ye, 2000 de 290 a, 2007 de 347 ye yükselmiş ancak 2016 da 302 ye düşmüştür.
Dörtdeğirmen’in tarihi geçmişi hakkında bilinenler çok azdır. Ancak köyün güney batısındaki Kocakır’da 1972 yılında yapılan bir yol çalışması sırasında ortaya çıkan buluntular, köyün geçmişinin çok uzun yıllara dayandığını göstermiştir. Burada bulunan bezemeli mermer yapı elamanlarının eski çağlardaki Kocakır yerleşimine ait olduğu sanılmaktadır.
Şimdiki köyünde ne zaman kurulduğu da bilinmemektedir. Osman ÖNDER XV. Yüzyılda Gediz’e cami, medrese, köprü gibi anıtsal ve bunların yeni nesil kuşaklarının Dörtdeğirmen’de yaşadıklarını ileri sürmüşse de bunu kanıtlayacak herhangi bir belge yoktur.
1844 yılında 6 haneli ve 30 nüfuslu bir köy olan Dörtdeğirmen’de Yakuppaşaoğulları, Halilbeyoğulları, Cozooğulları ve Boşnakoğulları adlı dört aile oturuyordu. Köyün adı da, Muratdağı Çayı’ndan beslenen ark üzerine kurulmuş dört değirmenden geliyordu.
O dönemde hane başına 80 dönüm toprağın düştüğü köyde 20 koşum, 62 de büyükbaş hayvan besleniyordu ve sahip olunan toprağın %90 ında tarla bitkileri, % 7 sinden ise bağcılık yapılıyordu. Osmanlı döneminin sonlarında yapılan köy camisine ait vakıf, devlet arşivinde 190/1158 şahsiyet numarası ile kayıtlıdır. Ancak bu cami 1953 yılında yıkılmış ve yerine şimdiki cami inşa edilmiştir.
DEREKÖY (Hacıaliler)
Gediz’in kuzeydoğusundaki Işıklar ile Kayacık köyleri arasında yer alan köyün adıdır. Eski adı Hacıaliler olan yerleşim, yakın zamanlara değin Kayacık Köyü’nün bir mahallesiydi.
Adını, kurucusu Hacı Ali adındaki bir önderden alan köyün temel geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve maden işçiliğidir. Köyden pek çok kişi 1980’li yılların sonuna kadar linyit kömürü ocaklarında işçi olarak çalışıyordu. Ancak o yıllarda Gediz kömürünün kentlerde yakıt olarak kullanımı yasaklanınca yüzlerce işçi işten çıkarılmış ve Gediz’in çoğu köyü gibi, Dereköy de bu yüzden önemli bir geçim kaynağından olmuştu. Nüfus bakımından bugün itibari ile bir zamanlar mahallesi olduğu Kayacık Köyü ile neredeyse eşit hale gelen Dereköy, buna karşın Gediz’in tüm köyleri gibi göç vermeye devam etmektedir. Nitekim 1997 de 119 olan köyün nüfusu 2000 de 132 ye yükselsede bu sayı 2007 de 115 e 2016 da ise 72 ye gerilemiştir.
DEĞİRMEN KÖYÜ
Gediz – Hisarcık karayolunun 23. Kilometresinden batıya ayrılan 2 kilometrelik bir yolla ulaşılan Gediz’ e bağlı 30 haneli köyün adıdır. Köy şaphane Dağı’nın su zengini kuzeydoğu eteklerinde kurulmuştur.
Köy adını geçmişte Şaphane Dağı’ndan çıkıp doğuda Seyrek Deresi’ne karışan Bakıroluk Deresi üzerindeki değirmenlerden günümüze temel kalıntılardan başka bir şey kalmamıştır. Kireçtaşının (Kalker) hakim olduğu dağın bu bölümü, nemli ve yarı nemli sık bir orman örtüsü ile kaplanmıştır. Köyün hemen doğusundan akan Seyrek Deresi, batıdan gelen Yaran ve Bakıroluk dereleri ile birleştikten sonra, daha kuzeyde Emet Çayı’na karışır.
Kireçtaşı kayalıkları arasından akan Seyrek Deresi yatağında, birden fazla termal su kaynağı bulunmaktadır. Sıcaklık derecesi 35 – 36 derece arasında değişen bu kaynaklardan biri 1970 Gediz Depremi’ne kadar köyün içindeydi. Deprem sırasında suyu kesilen bu kaynağın yerine, 500 metre kadar uzaklıktaki kayalıktan yeni bir kaynak doğmuştur. Burası, Gediz coğrafyasının Ilıca ve Murat Dağı’ndan sonraki üçüncü termal alanıdır. Ancak suyun hemen tamamı boşa akmakta, küçük bir bölümü ise çamaşır yıkanmakta kullanılmaktadır.
Hayvancılığın yeterli olmadığı köyde, tarla bitkilerinden başka sebze ve meyve üretimi de yapılmaktadır. 1950 de 161 olan köyün nüfusu, 1997 de 86, 2000 de 94, 2007 de 74 ve 2016 da 55 olarak tespit edilmiştir. Buda köyün son 64 yılda verdiği göçlerle boşalmakta olduğunu göstermektedir.
Köyün tarihi geçmişine dair elde fazla bilgi yoktur. Bununla birlikte yerel kaynaklar Bakıroluk Değirmenleri’nin Roma-Bizans dönemlerinde de var olduğunu ileri sürmektedirler. Hatta aynı kaynaklara göre bu değirmenleri Rum sahibinden Kömezoğlu diye anılan bir kişi satın almıştır. Köyün hemen yanı başındaki düzlüğün Hamamkaşı adıyla anılması, burada bir zamanlar bir hamamın var olabileceğini akla getirmektedir. Dahası, Bakıroluk Değirmenleri mevkiinde kayaya oyularak yapılmış bir mekanın Gavurbeşiği diye anılması da köy tarihinin uzun bir geçmişe dayandığını göstermektedir.
Köy Kadoi’nin (Gediz) fethinden (1313) sonra buraya yerleşen Türkmenlerce kurulmuştur. Yerleşim 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’nde Simav’ın Çenge (Yeşilçay) Nahiyesi’ne bağlı bir köy olarak geçmektedir. 1945 yılına kadar Simav’a bağlı kalan köy, o yıl yapılan idari bir düzenlemeyle Gediz’e bağlanmıştır. Osmanlı döneminin sonlarında inşa edilen köy camii 1970 Depremi’nde yıkılmış ve yerine 1982 de betonarme bir cami yapılmıştır.